"TABANCALI KIZ"IN BALİSTİK RAPORU
Hanımlar beyler, herkese merhaba. Doktorların
darp edilip hatta öldürüldüğü fakat bunun için protesto haklarını kullanmak
istediklerinde oluşturdukları “tehdit”in polisler tarafından anında bertaraf
edildiği bir hafta yaşadık. Arife günü hutbesinde/vaazında haklı olanlara karşı
kin ve öfkesini kusan din adamları da cabasıydı. Sadece doktorlar değil
eczacılar, hukukçular, işçiler ve öğretmenler için de zor bir haftaydı. Ve
bugün arife… Biraz olsun sakinleşmek için bir saat önce kargo ile gelen Murat Menteş’in
son (çizgi) romanı Tabancalı Kız’ı okudum. İzlenimlerimi de sizlerle paylaşmak
istiyorum.
İki kişinin bir araya gelerek bir
eser ortaya koyması çok zor bir iştir. Hele bir de bunlardan biri çizer diğeri
de yazarsa. Bu ilişki her ne kadar zor olsa da aslında profesyonelce olan
tarafların böyle projelerde sadece uzmanı oldukları işi yapmaları ve bunu
yaparken kurgunun iyiliği için istişarelerde bulunmalarıdır. Öncelikle sayın Murat
Menteş’i ve sayın Hakan Karataş’ı tebrik ederim.
Melodramlar, Fransız kökenli olduğu
kadar kodları açısından da Türk kökenlidir. Uzun kış gecelerinde meddah ve
diğer hikâye anlatıcılarının kahvehanelerde insanlara anlattığı halk hikâyeleriyle
çokça benzerlik görülür. İyiler hep iyi ve kötüler hep kötüdür. Olmayacak tesadüflerle
karşılaşılır. Kötüler mutlaka cezalandırılır, iyilerse bazen kavuşur bazense
kavuşamaz. Dini bir lirizm vardır. İşlenen günahlar ve bu günahların silinemez
olduğunun farkında olunmasına rağmen yine de içten içe gelen bir affedilme
umudu vardır.
Tabancalı Kız’da çizgi roman,
melodram, fotoroman ve Türk sineması konseptleri kullanılarak ortaya bir eser
konmuştur. Eser kötü olmadığı gibi beni tatmin de etmedi.Bir Fotoroman Örneği
Kullanılan üslup, çizgiler ve dil
iyiydi. Yani biçim ve biçemle ilgili hiçbir sorun yoktu fakat hikâye zayıftı. Bunun
melodramın yapısına aykırı olmadığını biliyorum. Çünkü melodramda anlatılan hikâyeden
ziyade uyandırılan duygu evladır.
İlişki ağları; bir mantar panoya
iliştirilecek fotoğraflar, raptiyeler ve renkli iplerle çıkarılmaya
çalışıldığında evlere şenlik bir manzara oluşturan kurgulardan bu kadar basit
kurgulu eserlere gelmek can sıkıcı.
Tamam. Eski fotoromanların
anlatımının taklit edilmeye çalışıldığını ve bu sebeple anlatıdaki şahıs
kadrosu ve olay işleniminin çeşitliliğinin resmedilen uzun bakışmalar, içinde
kaybolunan kahredici anlara feda edildiğinin farkındayım. Fakat aynı ben
kurgunun başında verilen flashbackler, önsemeler ve sonra hikâyeye geri dönmek
gibi türün özelliklerini yıkan şahsi imzaların da farkındayım.
Olaylar arasında neden-sonuç
ilişkisi çok zayıftı. Kurgudaki kişilerin motivasyonları sevda ile cinayet, sevda
ile kanun koruyuculuk, yasadışılık ve şahsi zevkler, evlat sevgisi ve kiralık
adalet sağlayıcılık biçiminde tasnif edilebilir. Fakat bütün motivasyonu,
arzusu ile arasındaki engeli kaldırmak olan kanunsuz bir adamın sadece bir
saniyesini alacak bir iş olan o kişiyi öldürmeyi erteleyip öylece kaçması gibi
anları kabullenemedim. Melodramların kendilerine ait bir gerçekçiliği vardır. Ama
bu, bu determinizm açmazını açıklar cinsten değil.
Türk sinemasındaki klasik dövüş tekniklerinin sunumu, aksiyonun içinde bir başkadının kullanımı güzeldi. Çizimlerde Türkan Şoray’ın haricinde (benim anladığım kadarıyla) Sadri Alışık, Suna Pekuysal, Michael Clarke Duncan, Verne Troyer gibi isimlerin siluetlerine yer verilmesi hoşuma giden detaylardı.
Suna Pekuysal |
Michael Clarke Duncan |
Verne Troyer |
Tabancalı
Kız Nasıl Olmalıydı?
Öncelikle Yeşilçam’daki Türk filmleri
hissini vermek için uğraşılan renklendirmeler ve çizimleri çok takdir ediyorum.
Giysilerden mekânlara kadar çok uğraşılmış. Çizgi roman okuyan biri olarak Hakan
Karataş’ın çizgisiyle ülke ve dünya çapında diğer çizerlerden ayrıldığını gönül
rahatlığıyla söyleyebilirim.
Fakat türün biçimi olduğu gibi
kullanıp içine kendi özgün tarzlarını koyarak fark yatarmış çokça iş var. Örneğin
Witcher buna harika bir örnektir. Oyun ve çizgi romanlarda bir canavar
avcısının yaratıkları avladığı hikâyesini görüyoruz. İnsanlığın başlangıcından
beri anlatılan av öyküsünden başka bir şey değildir bu. Fakat destanlar
anlatılıp kahramanlık şarkıları söylenirken aslında o olağanüstü kahramanlığın
nasıl gerçekleştiğini anlatımı harikaydı.
Ya da Guy Ritchie’nin King Arthur’u
yüzyıllardır dillerde dolaşan bir anlatının aynı form kullanılarak hikâyenin
aktarımının değiştirildiğinde ortaya ne kadar şahane bir iş çıktığını gösterdi
bizlere.
Yine sayın Murat Menteş’in çok
sevdiği bir yönetmen olan Quentin Tarantino’nun Western formunu kendi üslubuyla
birleşerek anlattığı filmlerde olduğu gibi bize tanıdık olan formun Tabancalı Kız’da
daha farklı bir biçimde işlenmesini isterdim.
Ben de bir melodram evreninde girift
ilişkilerle bezeli bir hikâyenin son dakika şaşırtmalarıyla bize sunulmasını,
içinde gerçekten de yoğun aksiyonun, barut kokusunun ve yumrukların olmasını
beklerdim.
Lütfen çizgi romanla girift
ilişkileri barındıran güçlü hikâyeler anlatmanın zor olduğunu söylemeyin. Eğer
öyle düşünüyorsanız Sıradan Zaferler, Kaybolan O Günler ve Deadpool and Drakula
çizgi romanları okumanızı öneririm.
Kaybolan O Günler |
Her şeye rağmen yeni bir Murat Menteş
romanı okumak güzeldi. Lütfen kendisi bana kızmasın. Çünkü aslında Tabancalı Kız’ı
yine onun yazdığı romanlarla, sevdiği yönetmenler ve filmlerle kıyaslıyorum. Beklentim
yüksek olduğundan böyle olsa gerek. Yazacağı diğer romanları heyecanla bekliyor
ve Tabancalı Kız’ın okurunun bol olmasını diliyorum. Düşüncelerimin dağınıklığı için kusura bakmayınız lütfen. Ne de olsa bu bir balistik raporu. Hoşça kalın.Deadpool ve Drakula Çizgi Romanı