27 Mayıs 2022 Cuma

“GERİ GİDEN SAAT” BİLE LOVE, DEATH & ROBOTS’TAN DAHA İYİDİR!

 

“GERİ GİDEN SAAT” BİLE LOVE, DEATH & ROBOTS’TAN DAHA İYİDİR!

Hanımlar beyler, herkese merhaba. Sanırım yeni bir kötü alışkanlık ediniyorum: Her hafta izlediğim ve okuduğum şeyleri birbirine yakıştırıp anlatma. “Eee, ne var bunda Ailemizin Yazarı?” demeyin. Bu mevcut malzememin tükenmesi demek de ondan. Her neyse.

3. sezon, 1. bölüm Üç Robot
Bu hafta Love, Death & Robots’ın 3. sezonu Netflix’te gösterime girdi. Bu yıl zaten Black Mirror’ın yeni bölümleri de gelmedi. “Belki bununla teselli buluruz.” dedik ama olmadı. David Fincher ve şürekası bizi üzdü.

Love, Death & Robots'ın 3. sezonundan bazı kareler

Eğlence sektöründen bir arkadaşım animasyonun önünün çok açık olduğunu, aslında yapımcıların buraya yönelmeleri gerektiğini çünkü o kadar oyuncunun, çekim ekibinin organize hâlde idaresinin çok zor olduğunu söylüyor. Düşününce hak verdim. Tamam, iyi bir animasyonun da bundan aşağı kalır yanı yok. Stüdyosu, ses kayıtları, bütçesiydi derken bir farkı yok. Fakat sinema filmlerini izlerken bize bazen uyumsuz ya da yetersiz gelen  görsel efektler animasyonun içinde gözümüze batmıyor. 

1994'te vefat eden Peter Cushing 2016'da çekilen Star Wars: Rouge One'da SCI ile yeniden canlandırıldı

Artık hayatta olmayan bir oyuncu, bilgisayar teknolojisi ile canlandırılıp sinema filmlerinde boy gösterebiliyor. Animasyonlarda mekân ya da kurgu sıkıntısı olmadan her şeye müdahale edilebilir. Animasyon iyidir. Animasyon candır. (Yıllarca animasyonu artık nasıl yerden yere vurmuşlarsa onu övmelere doyamıyorum.)

Geçen hafta Edward Page Mitchell’ın 1870’ten sonra The Sun’da yazdığı bilim kurgu öykülerinin derlemesi olan Geri Giden Saat’i okudum. Bilim kurguyu her zaman çok sevmişimdir. Klasik olarak geçebilecek bilim kurgu öykülere şans tanınması gerektiğini düşünürüm. Okuyanlar, türünün ilk örneği olan bilim kurgu öykülerini zayıf bulabilir fakat öyküler yazıldığı dönemin şartları içinde de değerlendirildiğinde her zaman çok iyi bulunur.

Geriye Giden Saat - Edward Page Mitchell (2021)
Geri Giden Saat’e de aynı temkinle yaklaştım. Sonuç: MÜKEMMEL! Öykülerin her biri harikaydı. Bazıları birbirinin devamı niteliğindeydi. (Buna nehir öykü diyebilir miyiz acaba?) Makinelerin insan hayatına girişi, organik doku ve makinelerin bir araya gelmesi, -editörün düştüğü nota göre literatürde geçen ilk- zamanda yolculuk ve paradoks öyküsü/kurgusu, matematikle aşk ve daha niceleri vardı.

Dünyanın En Kudretli Adamı (1879) - The Sun
Yazıldığı dönem genellikle isimsiz yayımlanan bu öyküleri günümüzde bir dergi de yayımlansa kimsenin bu öykülerin eski ve kusurlu öyküler olacağını düşünmüyorum. Edward Page Mitchell zamanın çok ötesinde bir yazarmış. Kağıt üstünde duran alelade hatta sıkıcı unsurları bile bir şekilde bir araya getirip sıra dışı öyküler yazmayı başarmış. Merak unsuru çok başarılı bir biçimde kullanılmış. Bir çok yerde acaba şimdi ne olacak diye bekliyorsunuz.

Edward Page Mitchell (1852-1927)
Büyük bir heyecanla beklediğim Love, Death & Robots’a dönecek olursak Edward Page Mitchell’ın yazdığı Geri Giden Saat çok daha iyiydi. Mitchell’ın döneminin kısıtlılığına rağmen yarattığı harikalarla günümüz teknolojisi ve kurgu literatürüne sahip olan Love, Death & Robots kıyaslandığında ben Geri Giden Saat’le daha kaliteli zaman geçirdim.

Size de her ikisini inceleyip karar vermenizi öneririm

Yazımı sonuna kadar okuduğunuz için teşekkür ederim. Hoşça kalın.

 

 

 

 

20 Mayıs 2022 Cuma

HER YER, HER YERDE

 HER YER, HER YERDE

Hanımlar beyler, herkese merhaba. Siz de ebeveynleriniz tarafından dağınıklıkla ya da sorumsuzlukla itham edildiniz mi? Bir kez olsun anneniz odanıza gelip "Şu hâle bak, her yer her yerde!" dediyse bugünkü konumuz tam da size göre. Bu bir aile hikâyesi, sizin ailenizin hikâyesi...

Doğduğumuz andan itibaren dünyayı hikâyeler aracılığı ile öğrenir, anlarız. Kendimizi başka hikâyelerle anlatırız. Hikâyelerimizi sevdiğimiz insanların hikâyeleriyle birleştirip sevdiğimiz dizilerin ortak bölümleri gibi birlikte yürütürüz. Bize zarar veren insanları hikâye çemberimizden uzaklaştırırız. Bu dünyadan ayrıldığımızda bile iyi bir hikâyemiz varsa başka insanlar tarafından anlatılmaya devam ederiz. Demet’te de dedikleri gibi yani “Şanımız yürür.”.

Everything Everywhere All at Once - 2022
Bu hafta hikâye anlatıcılığına güzel bir örnek olan 2022 yapımı “Everything Everywhere All at Once” filmi üzerine konuşacağız.

Filmi çok beğendim. Bu yazının sıradan bir güzelleme yazası olmaması için filmi neden beğendiğimi ölçütleriyle anlatmak istiyorum.

Öncelikle bu film bir “paralel evren” hikâyesi. Eğer ilginizi çekmiyorsa lütfen yazıyı bırakın ve başka bir yazıma geçin. Eğer paralel evren hikâyelerini seviyorsanız bu filmden çok keyif alacaksınız.

Wang Ailesi
Aslında filmin bütün hikâyesi ve dinamikleri bir aile hikâyesine dayanıyor. Çinli bir ailede doğan ve eşiyle birlikte Amerika’ya göçüp orada bir çamaşırcı işleten Bayan Evelyn’in, babası ve kızı arasında denge kurmaya çalışırken bir yandan da eşi Bay Waymond’la işlerini büyütmek için bankadan kredi almaya çalışmalarının hikâyelerini izliyoruz.

Dark Bagel
Bütün dramatik yapılarda olduğu gibi hayatın akışın bozan şey ortaya çıkıyor. Paralel evrenle bir bağlantı. Ve işler çığırından çıkmaya başlıyor. Başka evrenlerdeki kendileriyle bağlantı kuran kişiler, onların o evrendeki yeteneklerini kullanabiliyor. Bir de bu çoklu evrenlerin sonunu getirmek isteyen bir güç var tabii. Filmin başkarakteri olan Bayan Evelyn’in filmin seçilmiş kişisi olarak bu yetenek aktarımını bir an evvel öğrenmesi gerekiyor. Ha bir de bütün harika aksiyon filmlerinde olduğu gibi bol bol Kunf Fu var tabii.

Filmde tasarlanmış evren ve kurallar iyi bir biçimde belirlenmiş. Kendi içinde tutarlı. Bayan Evelyn, henüz bu evrende yeni olduğu için biz de her şeyi onunla birlikte öğreniyoruz. Bu da paralel evrenler ve özellik alımının açıklanması açısından iyi bir anlatım biçimi. Ve başka bir evren anlatılırken uzun uzun sıkıcı anlatımlara girilmemiş. Şeyhim Guy Ritchie'nin filmlerinde kullandığı hızlı fragman tekniğiyle neyin ne olduğu da doğrudan verilmiş.

Hayatı ve hikâyeleri simgeleyen fırçayla çizilmiş kusursuz bir çember

Bütün yazarlık kitaplarında anlatı çemberinden (kurgu halkasından) bahsedilir. Filmin ilk karesinden son karesine kadar bu çemberi; hem aynada, faturalarda, çamaşır makinelerinde, kötü savaşçılarda, çörekte hem de soyut bir olgu olan hikâye çemberlerinde görüyoruz.

Eğer iyi bir hikâyeniz varsa hikâyeyi neyle anlattığınızın bir önemi yoktur. Everything Everywhere All at Once bunun çok güzel bir örneği. İzlediğimiz şey aslında aile bireylerinin birbiriyle olan ilişkisi. Ve bu hikâye bazen birbirini kadim kung fu hareketleriyle pataklayan insanlarla bazen de yan yana duran iki kaya ile gösteriliyor. Açıkçası hikâye anlatıcılığının bu kadar iyi, öz ve temelden alındığı bir film izlemek bana çok iyi geldi.

Hikâye anlatımının özle alakalı olduğunun minimal göstergesi olan kaya sahnesi

Everything Everywhere All at Once’de verilen hiçbir kişi ve gösterilen hiçbir nesne gereksiz değildi. Her şey mutlaka bir yere bağlanıyordu ve filmde minik ya da büyük bir biçimde gösterilen bütün hikâye halkaları bir yere bağlanıyordu. Bu çok iyi bir yazarlık başarısı.

Filmdeki dövüş sahneleri, bana Jackie Chan’i andırdı. Çocukluğuma döndüm. Bütün dövüş sahnelerinde sıradan nesnelerin alınıp silaha dönüştürülmesi ve kung fu darbelerinin savuşturulması çok estetikti. Özellikle bel çantasının aktüel kamera ile kullanımı gibi sahneler harikaydı

Jackie Chan

Filmin mizah dozu da yerindeydi. Önemli bir sahneden önce seyircinin gerginliğini alacak biçimde kullanılmıştı. Ciddi sahneler ve komik sahneler birbirinin alanına müdahale etmeden kararında kullanılmıştı.

Oyuncuların her birinin performansı ayrı ayrı hayranlık bırakacak düzeydeydi. Kişilerin paralel evrenlerdeki alternatif benliklerine geçişleri sadece kostüm ve makyaja yaslanmamış. Oyuncular vücutlarının duruşuyla, jest ve mimikleriyle değişimlerini gösterdiler bize. Bu minimal, çok zor ve bir o kadar da estetik bir yöntemdi.

Doctor Strange 2 Multiverse of Madness - 2022
Geçtiğimiz hafta Doctor Strange 2 Paralel Evren Çılgınlığı'nı da izledim. Orada da bize bir paralel evren vaat ediliyordu ama sadece birkaç evren gösterilip "çılgınlığı" bize yaşatmışlardı! Everything Everywhere All at Once sayesinde gerçek anlamda paralel evrene doyduk.

"Peki, Ailemizin Yazarı. Filmin eksik veya zayıf bir yönü yok muydu?" dediğinizi duyar gibiyim sayın okur. Filmde güvenlik maksatlı olduğu söylenen asansörde şemsiye sahnesi ve nasıl onarılacağı öğrenilmesi gereken çatlaklar gibi unsurlar filmin içinde geçiyor ama bir yere bağlanmıyor. Yine filmin bütünlüklü ve harika yapısı içinde bu birkaç nüans görmezden gelinebilir.

Sahte Bellek - Blake Crouck

BONUS: Eğer Everything Everywhere All at Once’u sevdiyseniz size bir de hem bir paralel evren hem de bir zamanda yolculuk hikâyesi anlatan Sahte Bellek isimli kitabı okumanızı öneririm.

Yazımı sonuna dek okuduğunuz için teşekkür ederim. Bir sonraki yazıma dek hoşça kalın.


 

16 Mayıs 2022 Pazartesi

İKİ FİLM BİR ARADA VE ERŞAN KUNERİ

İki Film Bir Arada ve Erşan Kuneri

Herkese merhaba. Geçtiğimiz hafta sonu yaşadığım seyahat hâli ve internet kesikliği gibi teknik sebepler nedeniyle geçen cuma yayımlamam gereken yazımı bugün paylaşıyorum.

13 Mayıs Cuma günü Cem Yılmaz’ın son işi olan Erşan Kuneri, Netflix’te yayılandı. Projeden haberi olmayanlar için Erşan Kuneri, ilk önce GORA’da sonra Arif ve 216’da boy gösteren bir kurgu kişisiydi.

Dizi de Cem Yılmaz’ın sinema evreninde kaldığı yerden devam ederek başlıyor. Erşan Kuneri, bir erotik film oyuncusu ve yapımcısıdır. 1980 darbesi esnasında yabancı sigara bulundurmaktan cezaevine girmiştir.

Erşan Kuneri'nin diğer yapımlardan görüntüleri
Cezaevinden çıkan Erşan Kuneri artık erotik filmler yerine “bir senaryosu olan” gerçek sinema filmleri çekmek istemektedir. Sinema sektöründen tanıdığı arkadaşlarını da bu macerasına ortak eder ve bize çift yönlü bir hikâye sunar.

Biçim ve içeriği başarılı bir biçimde harmanlamayı bilen Cem Yılmaz daha buradan bile bize bazı oyunlar yapmaya başlamış: İki Film Bir Arada

Liseye yeni başladığımda hayatıma sinema girmişti. Fakat sinemada film izlemek pahalıydı ve bu kıymetli bir işti. Film kiralamak, DVD ya da düşük hızlı internetle film indirmekse çok yük bir işti. İşte tam da böyle bir vakitte “İki Film Bir Arada” ibaresini gördüğümde bunun hesaplı bir biçimde film izleme sistemi olduğunu düşünmüştüm. Fakat öyle değilmiş. Erotik ya da porno film gösteren sinemalarmış. (İyi ki o zaman bunu kimseyle paylamamışım. Kim bilir ne alay ederlerdi.)

Cem Yılmaz da bu “iki film bir arada” formatını dizisine uygulamış. Genellikle bölümlerin ilk yarısında istediği filmleri çekmek ve kendini gerçekleştirmek isteyen Erşan Kuneri ile dostlarını görürken diğer ikinci yarıda da bu ekibin çektiği filmleri izliyoruz.

“Kurgu içinde kurgu” ya da “anlatı halkası içine başka bir anlatı halkası” tekniğiyle bir şeyler yazmak yeterince zorken bir de bunu senaryo olarak yazıp uygulamaya geçirmek çok daha zor bir iştir. Her bölümde farklı bir film tarzının ele alındığını düşünecek olursak prodüksiyon ve uygulama açısından başarılı bir iş olmuş.

Erşan Kuneri 7. Bölüm Erman
Bölümlerin ikinci yarısında izlediğimiz filmler, o dönem boy gösteren moda filmlerin tarzlarında olmuş. Dönemin sinemasında seyirciler tarafından tutulan konularda filmler yapılmaya gayret edilmiş. Bunlar: Cüneyt Arkın’ın oynadığı tarihi kahramanlık filmleri ve polisiye filmleri, Tarık Akanların oynadığı işçi filmleri, Orhan Gencebayların oynadığı arabesk filmleri, Doğu’da çok tutulan yabancı filmlerin taklitleri, Batı’daki korku filmlerinin uyarlamalarına değinilmiş.

Akıncı Türk Beyi Kara  Murat

Ne kurşun yerse yesin yıkılmayan adam

Bütün bu çıkarımları yapmamızı sağlayan harika detaylar serpiştirilmiş. Cazibesiyle bütün kadınları kendine hayran bırakan akıncı Türk beyi, defalarca vurulmasına rağmen bir türlü yıkılmayıp ayakta ölen adam, sadece sesiyle değil aynı zamanda fiziğiyle de gündeme gelen bol kol kaslı bağlama virtüözü arabesk şarkıcısı, köyün delisiyle ahbap olan kalkınmacı toplumcu öğretmen ve daha niceleri...

Orhan Gencebay ve fiziği

Telekolik olan ya da her akşam ana haber bülteni öncesinde yayınlanan birbirinin benzeri Türk filmlerine maruz kalan herkesin bildiği ve izlerken aklından geçen eleştirileri; Cem Yılmaz, bize ait kodlarla ve kendi mizah diliyle yeniden işlemiş.

Filmler çekilirken afişlerde dahi dönemin benzer filmlerinin afişlerine sadık kalınarak yapılması ayrıca takdirimi kazandı.

İnternette bazı izleyiciler bu içeriklerin çalıntı olduğunu söylemiş. Bunun çok sığ bir bakış açısı olduğunu düşünüyorum. Zaten “sanat” dediğimiz şey de “bu dünyada olanın sanatçının süzgecinden geçip yeniden yansıtılması” değil midir?

Erşan Kuneri ve klitoris biçimli logosu
Bir de içinde küfür ve bel altı espri olduğu için rahatsız olduğunu söyleyenler var. Porno/erotik film sektöründe çalışmış birinin çok üst düzey bir dille konuşması beklenemez. Tabii ki böyle bir anlatımının olması normal. Dilin tedirgin etmesinin sebebinin dizinin çekim biçiminden kaynaklandığı kanaatindeyim.

Film sıcak ve canlı renklerle çekilmiş. Arif ve 216 da bu üslupla çekilmişti. Filmi izlerken güvenli bir ortamda olduğunuzu ve sizin ya da film kişilerinin başına asla bir şey gelmeyeceğini düşünüyorsunuz. Zaten kimsenin de başına bir şey gelmiyordu. Fakat Erşan Kuneri’de kullanılan alt dil, erotik gerilim ve şiddet izleyiciyi tedirgin etmiş olabilir. (Kaldı ki bahsedilen unsurlar bir Tarantino filmi gibi de değildi.)

Dizinin dramatik yapısı ve gelişimi başarılıydı. Dizidekilerin tamamı dönüşüm geçirdi. Bu da sık görülen bir şey değildir.

“Peki, Ailemizin Yazarı. Erşan Kuneri’nin hiç mi kötü bir yanı yok?”

“Var tabii sayın okur.”

2. Bölümdeki çekiç-orak gölgeleri
Dizinin her bölümünün iki kısımdan oluşması, ilk kısmın iyi olması ikinci kısmın da iyi olması beklentisine sokuyor insanı. İkinci bölümde ekibin kendi içlerinden birine korku gecesi düzenlemeleri bana daha komik gelirken ekibin çektiği korku filmi o kadar da güldürmedi beni.

Ya da Kooperatif Kemal’in öncesinde verilen solcu tavırları, çay simit ve komprador esprileri bana daha komik gelirken ikinci yarıda gösterilen Kooperatif Kemal’in hikâyesi beni o kadar da güldürmedi. (Bunlar benim şahsi gözlemlerim. Çevremde bir sürü kişi tam aksine Kooperatif Kemal’in öyküsüne daha çok gülmüş.)

80'ler film afişlerine benzetme

Erşan Kuneri uzun zamandır beklediğim bir projeydi. Büyük bir beklentiyle izlediğim için bazı yerler bana çok soluk geldi. Ama bölümlerin arasına serpiştirilen ve çok az kişinin anlayabileceği espriler çok hoşum gitti.

Biz zamanlar televizyonlarda emekli SAT komandosu Namık Ekin çıkardı. Rekor denemeleri ya da bilirkişiliği ile gündeme gelirdi. İkinci bölümde geçmesi ummadığım bir anda yüzümü güldürdü. Ya da çekiç orak gölgeleri… 4. bölümde patlatılan arabanın oyuncak araba olması ve onun çekilmesi gibi detaylar gönlümü kazandı. Fakat seyircinin bir kısmı komedi izlerken bir de esprilerdeki referanslara kafa patlatmak istemediğini söylüyor. Bense bu referans yağmurundan memnundum.

Günahıyla sevabıyla Erşan Kuneri iyi bir işti. Devamını ve başka projeleri de bekliyoruz.

https://www.youtube.com/watch?v=YdW6n8Leznc

NOT: Oyuncuların hepsinin oyunculuğunu çok beğendim. En çok da Özkan Uğur'un tıpkı GORA'da bestelediği "Olduramadım" isimli şarkısı gibi eğlenceli bir şarkı olan "Bir Bakman Lazım"ı bestelemesi beni çok mutlu etti. Siz bu yazıyı okurken ben onu dinliyor olacağım.

https://open.spotify.com/track/0J17noaTBUlFVCMvzMZCUF?si=0ce15b183db84336

Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim. Hoşça kalın.


6 Mayıs 2022 Cuma

KAPAK TEKNOLOJİSİ

 

KAPAK TEKNOLOJİSİ

Herkese merhaba. Bu haftaki yazımda sizlere yayınevlerinin transfer ettikleri yazarlar ve yayın politikaları gereği değiştirilen kapaklardan bahsedeceğim. Bir de yazımın sonunda  kişisel tarihimden hatırladığım, beni etkileyen kitap kapaklarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Kitaplara gelen son zamlarla birlikte fiyatlarının uygunluğuyla ünlü olan yayınevleri dahi kitaplarına zam uyguladı. Kağıt yokluğu, matbaa masraflarının pahalılığı, kitap dağıtım şirketlerinin bedelleri ve vergiler düşünüldüğünde bizi daha kötü günler beklediğini anlamak güç değil.

Kahraman Yerel Kitabevi Süper Kapitalist Yayınevlerine Karşı

Bağımsız kitapevleriyle ilgili hazırlanan raporlar pek çok şehirdeki bu kitapevlerinin yakında kapanacağını gösteriyor. Buna göz yummamak için internetten değil de doğrudan o yerel kitapevinden alışveriş yapan okurlar vardı. Fakat son zamlarla birlikte temel ihtiyaçların karşılanmasından sonra kitap alışverişine ayrılan paranın azlığı sebebiyle onlar da internetten kitap almaya başladılar.

Pandemi sonrası yeni ekonomiye ayak uyduramayan bir çok yayınevi kapandı. Ayakta kalanlarsa fiyatlarını güncellediler. Sırf okura başka, yeni bir ürün pazarlıyormuş, hizmet kalitesini arttırıyormuş izlenimi vermek için sadece transfer ettikleri yazarların değil, diğer yazarlarının kapaklarını da güncellemeye başladılar.

İnsanlar, hayatlarını idame ettirebilmek için haftanın beş altı günü sabah 09.00 akşam 19.00 biçiminde çalışıyor. Arta kalan zamanı ise günün yorgunluğunu atmak için geçiriyor. Nitelikli zaman arayışında  olanlar akşamlarını ve tatillerini bir şey üreterek geçirmeye çalışıyor. İşte bu nitelikli zamanı kitap okuyarak geçirenler kısıtlı kaynaklarını artık daha dikkatli harcamaya başladılar.

Kitlelerine göre şekil alan yayınevleri de -büyük yazarlar (yani çok satanlar) hariç- artık basım takvimlerini oluştururken çok seçici davranmaya başladılar. Bu eleme sonucu sadece nitelikli edebiyat kaldı geriye. Öte yandan yeni bir şey deneyen pek çok yazar ise daha edebiyat kariyerleri başlamadan dibi boyladı.

Bu kabuller tabii ki belli bir ölçüte göre olmak zorunda. Fakat bütün sektörlerde olduğu gibi “edebiyat sektörü”nde de yayınevleri satma ihtimali en yüksek olan yazarlara öncelik veriyor. Esas tüketici kitle 15-35 yaş arası kitle olduğu için karşımıza gelen kitapların (taşıdığı ekonomik kaygılar nedeniyle) geçirdiği değişimleri düşünmemek elde değil.

Son on yılda üç yayınevi değiştiren yazarlar gittikleri her yayınevinde kitapların farklı kapaklarla basmaya başladı. Bu da akıllarda karışıklığa neden oldu. Örneğin Murat Menteş’in Dublörün Dilemması son yıllarda İletişim, April ve Alfa yayınevi olmak üzere üç şirket değiştirdi.

Dublörün Dilemması - Murat Menteş - İletişim, April, Alfa

Yazdığı polisiye romanları, çevirileriyle tanınan POYABİR Başkanı Algan Sezgintüredi de son yıllarda kitaplarının kapakları ve ebatları değişen yazarlardan oldu. Versus Yayınevi’nden sonra April’e geçen yazar, yayınevinin kararıyla kısa süre önce yenilenen kapaklarını tekrar aramızda. (Katil'in Şeyi'nin bir de İthaki Macerası var ama tek kitaplık bir şey olduğu için buna değinmeye gerek yok. 

Algan Sezgintüredi'nin Kendi Çizdiği Kapaklar (Katilin Şahidi hariç)

"Katilin ..." Serisi April'e geçtikten sonraki ilk kapakları

Alper Canıgüz de yakın dostu Murat Menteş’le birlikte aynı yolu izledi. İletişim, April ve Alfa yayınevinden çıkan kitaplarıyla çoklu kapak  furyasından nasibini aldı.

Alper Canıgüz'ün İletişim,  April ve Alfa'dan çıkan Alper Kamu Serisi

Alper Canıgüz'ün bütün kitaplarının kapaklarının son hâli

Bir de Son yıllarda yayınevi değiştiren Orhan Pamuk, Hasan Ali Toptaş ve Ahmet Ümit gibi yazarlar var ama onlara da yer vererek yazıyı daha da uzatmak istemiyorum.

Her yayınevi değişikliğiyle içi taşınan kitapların kapaklarının telifi eski yayınevine ait olduğu için  kitapların kapakları, ebatları ve sayfa sayıları değişiyor. Bu da onların saklanışında bazen sorunlara yol açabiliyor.

Kağıt, mürekkep ve kartondan mürettep bu teknolojide yapılabilecek kapak tasarımları da hâliyle kısıtlı oluyor. Öte yandan bu kesin çizgiler içinde çıkabilecek özgün her tasarım başka alan ve platformlardaki tasarımlardan daha çok sükse yapıyor.

Okur ile kitabın ilk karşılaşmasında kapak tasarımları önemli bir yer oynamaktadır. Bazen kapaklar tanıtımını yaptığı eserden bağımsız bir biçimde başka bir hikâye anlatabilir. Her ne olursa olsun kapak teknolojisi "edebiyat sektörü" için çok kıymetlidir. 21. yy yazarları artık sadece kitabın içini değil dışını da tasarlıyor.

Tasarımcı Utku Lomlu lütfen gönül koymasın. Can yayınlarının çıkardığı George Orwell’ın 1984 ve Hayvan Çiftliği özel edisyonlarınınsa yaratıcılıktan ziyade kavram karmaşası olduğunu düşünüyorum. Zira göz zevkine zarar, ahşap kapaklı ve içinde saman parçaları olan bir kitabın çok da yaratıcı olduğunu düşünmüyorum.

Hayvan Çiftliği - George Orwell - Can Yayınları - Utku Lomlu

Gönlümde Taht Kuran Beş Kitap Kapağı

Şimdi de sizlere yazımın başında belirttiğim gibi tasarımıyla beni en çok etkileyen beş kapak tasarımından bahsetmek istiyorum.

1. Görünmez Adam - H. G. Wells - İthaki

İthaki bilim kurgu serisini aynı tarz kapaklarla basmaya başlayınca aşağıdaki kapağın basımına son verdi. Yine de eserin içeriği ve kapak tasarımının sadeliği düşünülünce hayatım boyunca gördüğüm en iyi kitap kapağı Görünmez Adam'ın eski İthaki baskısıdır.

Görünmez Adam - H. G. Wells - İthaki

2. Oblomov - İvan Gonçarov - Everest

Edebiyat dünyasında tembelliğiyle ünlü Oblomov'un romanı da ona yaraşır bir biçimde kapak tasarlamaya üşenip romanı eserin ilk sayfasıyla başlatmak bence çok yaratıcı bir fikir.

Oblomov - İvan Gonçarov - Everest
3. Katilin ... Serisi - Algan Sezgintüredi - April
Demin her ne kadar ilk kapaklarının yazarın elinden çıktığı için özgünlüğünden bahsetmiş olsam da April'den çıkan son kapaklarıyla bir araya getirilince anlam kazanan bu seriyi listeye almadan olmazdı.

Katilin ... Serisi - Algan Sezgintüredi - April
4. Sherlock Holmes - Sir Arthur Conan Doyle - Daruttıba
 Ali Kerem Morgül'ün kurduğu kısa soluklu, deneysel ve yaratıcı bir yayınevi olan Daruttıba, Sherlock Holmes'ün öykülerini İngiltere'de yayımlanan formatla aynı biçimde yayımladı. İçindeki çizimlerden kapağa kadar Türkçeleştirilmiş bu öykülerin ana dilimizde bir eşi benzeri daha yok. Şu an bu öyküler sahaflarda dahi mevcut değil. Belki birkaç koleksiyonerde...

Sherlock Holmes - Sir Arthur Conan Doyle - Daruttıba
Daruttıba, Sherlock Holmes'ün evinde
5. Kayıp Zamanın İzinde Serisi - Marcel Proust - YKY

Pek çok yazma heveslisini heyecanlandıran ve edebiyat gurmelerinin ağzında lezzetli bir tat bırakan Kayıp Zamanın İzinde'nin yeni kapakları yan yana getirildiğinde ortaya bir resim çıkıyor ve böylece okuma sırası da kolayca anlaşılıyor.

Kayıp Zamanın İzinde Serisi - Marcel Proust - YKY
BONUS: 6. Öyküler 1, 2, 3 - Julio Cortazar - Can Yayınları

Latin Amerika kökenli büyük öykücü Julia Cortazar'ın öykü kitapları bir araya getirildiğinde ortaya büyük yazarın fotoğrafı çıkıyor ve böylece kitapların okunma sırası takip ediliyor.

Öyküler 1, 2, 3 - Julio Cortazar - Can Yayınları

Şimdi diyeceksiniz ki "Peki, ailemizin yazarı. Edebiyat dünyasına verdin veriştirdin. Ne mafyalıklarını bıraktın ne kapitalistliklerini... Yarın öbür gün senin yazdıklarını bassalar ama farklı farklı yayınevlerinde ve farklı kapaklarla çıksa ne yapacaksın?" Hiiiiç! Muhtemelen her denileni kabul edip "Kitabı basın abi!" diyeceğim. Bu yazıyı yakın geçmişteki kitap kapakları üzerine bir genel kültür yazısı olarak görün.

Yazımı sonuna kadar okuduğunuz için teşekkür ederim. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere. Hoşça kalın.

NOT: Bu yazıdaki gözlem ve çıkarımlar yayınevlerini ve yazarları bir şeyle itham etmek için değil, sadece olanlara bir de okurun gözünden bakılması için yapılmış ve yazılmıştır. Burada bahsetmek istediğim fakat tasarımcısı ahbabım olduğu için bahsetmeyi uygun bulmadığım kitaplar oldu. Elimden geldiğince nesnel davranmaya çalıştım.



HALA OKUMADIN MI?

BU YAZILARI KİM YAZIYOR?

24 Mart 1991’de Ankara’da dünyaya gelen Yiğit Koçyiğit, Gazi Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde edebiyat eğitimi ald...