27 Ocak 2021 Çarşamba

50 METREKARE'DE DARALMAYIN!

50 METREKARE'DE DARALMAYIN!

    Hanımlar beyler, hepinize merhaba. Bugün oturup tek seferde 50 Metrekare'yi izledim. Hakkında minik notlar alarak bir inceleme yazısı yazmaya karar verdim. Siz de bu yazıyı okuyarak 8 x 50 dakikadan, vaktinizi neye harcayacağınızı bilin istedim. Hazırsanız başlıyoruz.


    Burak Aksak'ı daha önce yaptığı Leyla İle Mecnun (2011-2014), Bana Masal Anlatma (2015), Kara Bela (2015) gibi işleriyle biliyoruz. (Ramazan Güzeldir veya Salur Kazan gibi yazdığı diğer işleri bunun dışında bırakıyorum.) "Bütün bu işlerde ortak özellikler nedir?" diye soracak olursa muhtemelen alacağımız ortak cevap şu olacaktır: Olay bir mahallede geçiyor ve film-dizi kişileri mazbut insanlar.

    50 Metrekare'de de tesadüfe bakın ki olaylar bir mahallede geçiyor ve aslında kim olduğunun peşinde olan tetikçi Gölge'nin yolu bu mahalledeki mazbut kişilerle kesişiyor.

    İzlerken dikkat etmenizi istediğim bazı şeyler var:

-Dizi kişilerinin eylemlerini yaparkenki motivasyonları sizi ikna ediyor mu?

-Olayların neden-sonuç içinde verilişi başarılı mı?

-Dizideki aksiyon sahneleri sizi tatmin ediyor mu?

-Dizideki oyuncular daha önceki projelerdeki oyunculuklarından farklı bir oyunculuk ortaya koymuş mu?

-Dizinin mizahi yönü sizi tatmin ediyor mu? (Bunun bir komedi dizisi olmadığı söyleniyor.)

-...

    50 Metrekare'nin bu saydığım şeylerden hiçbirini yerine getirmediğini düşünüyorum. şimdi bunların her birini kendimce detay vererek anlatacağım. Eğer izleyecekseniz sizi etkilememek ve dizideki sürprizleri bozmamak adına yazının bundan sonraki kısmını daha sonra okumanızı öneririm.


    Dizide iyi bir senaryo ile karşılaştığımızı düşünmüyorum. Öncelikle dizide doğru düzgün karakter yok. Çoğu "dizi kişisi" olarak kalmış. Yapımların açılış sahneleri önemlidir. Biz Gölge'yi bir adamı kovalayıp vurduktan sonra eve gelip bir şey yokmuş gibi sağlıklı yaşam adına hazırladığı karışımı ve bol bol viski içerken görüyoruz. Dizi kişileri "hava"lı konuşmalar yapıyor. Bu konuşmalar "hava"da kalıyor. 

    Bu nedenle dizi ile ilgisi olmayan bir sürü etmen girmiş işin içine. Nereden geldiği ve nasıl ortadan kaybolduğu belli olmayan mendil satan çocuk, 5. bölümde ortaya çıkan psikolog, aile tablosu çizmek için gösterilen ve bir daha hiç görünmeyen muhtarın küçük oğlu ile kayın validesi ve çok daha fazlası... ya da bak bu adam (Gölgeli Adem) bedenini sevdiği için sağlık içeceği, üst düzey zevkleri olduğu için sadece viski içiyor diye gösteriliyor. Dilara'ya "bağımsız bir kadın" demek için ona minik bir pastane veriliyor ama Dilara hep erkeklerden yardım bekliyor. Kötü adam en çok istediği şeyden öylece vazgeçiyor. Kişiler yeterince iyi kurulmadığı için kişiliklerinin inşasında eşyalardan, dükkanlardan medet umuluyor.

    Hayatını ne pahasına olursa olsun ailesinin kim olduğunu öğrenmeye adayan Gölge'nin öylece Adem olmayı kabul etmesi çok saçmaydı. (E tamam. Adam o kadar elindeki silahları verdi, mültecilerle birlikte kaçmaya çalıştı ya. Aaaa sen ikna olmadın mı yahu?) Birkaç kofti olay verilerek dizi kişisinin o kadar kolay ikna olmayacağını ya da içinde bulundu zorunlu durumun şartlarını yerine getirirken yine de bunun peşine asla bırakmayacağını düşünüyorum.

   Hayatı boyunca baştetikçisinden onun gerçek kimliğini gizlemiş Servet'in öylece bir psikologla konuşunca Gölge'ye karşı tutumunun değişmesi ikna edici değil. (Bu psikolog hanımla ilgili ileride söylemek istediğim birkaç şey var.)

   Dizinin akışı boyunca sunulan olaylar birbirini tamamlamıyor. Bazen kötü adamın akışı ile mahallenin akışı birbirinden çok kopuk. Hatta yarım kalan şeyler var. Dizi boyunca hiçbir şey aklıma yatmadı. Mesela 4. bölümün sonunda az daha kundaklanan terzi dükkanı ertesi bölümde gayet derli topluydu ve dizinin başkişisi bunun farkında değildi. Oysa aynı kişi etraftaki her şeyi hatta uzaktan gözlendiğini dahi fark edip olaylara müdahale ediyor. Ne oluyor da her tarafın benzine bulanmış olduğunu ve yerdeki kibrit çöplerini görmezden geliyor. Müteahhitin Mesut arafından öldürüldükten sonra yere düşen cüzdanı ofisten kaçan kişilerce fark edilmiyor.  Böyle şeylere "sitcom sıfırlaması" denilir. Bir önceki bölümde olan şeyler sonraki bölümde kalmaz ve her şey bir önceki hâline dönerek yeni bir olay kurgulanır. Bu dizinin ciddi bir hikâye anlattığı söyleniyor. Bu ciddi bir hikâye anlatıcılığı değil.

    Dizinin başında Muhtar'ın bir oğlu gösteriliyor. Muhtarın kızı Dilara bu oğul yani kardeşi üzerinden Yakup ve Gölge'yi serseri olarak tanımlıyor. Sonra bütün yalanlara göğüs geriyor ve suça bulaşıyor. (Yahu bunda anlamayacak ne var? Senarist burada karakteri dönüştürmüş.) Bu dönüşüm beni ikna etmiyor. Çünkü özellikle Dilara'nın dik başlı olduğu söyletiliyor diğer dizi kişilerine. Ayrıca figürasyonu saymazsak dizide iki üç kadın rolü var. (Çünkü bu bir mafya dizisi. Kurtlar Vadisi de böyleydi. Ne var bunda?) Dilara, Avukat Özlem ve Civan'ın vefasız sevgilisi...

    İyi ve kötü hikâyesi anlatan bir iş kötü adamı kadar başarılıdır. Ben bu dizinin makro kötü adamı: Servet, mikro kötü adamı: Mesut diye yorumluyorum. İkisi de yeterince kötü değil. İyi kurgularda kötüler yaptıkları eylemlerle verilir. (Darth Vader dünyayı yakar, III. Richard çocuk yaştaki yeğenlerini dahi acımadan öldürür, Thanos en sevdiği evladını düşünmeden yardan aşağı atar.) 50 Metrekare'de ise yan kişilere Servet ve Mesut için "Oğlum var ya bunlar çok kötü insanlar. Bunlardan uzak durmak lazım ha!" dedirtiyorlar.

    Mesut, dükkan karşılığında Gölgeli Adem'e araba ve para veriyor. Hâlâ "Ya bu Adem'e bir şey olsa da dükkanına konsak." diyor. Bu ne biçim kötü adamlık? E bu çok saçma! Ya da birini herkesin içinde öldürebilecek yapıda olan Servet düşmanının bacaklarına kapanıyor. Sonra da öldürüyor. Bu da çok saçma. (Abi çünkü orada adamın güvenini kazanmaya çalışıyordu.) Bir de bundan sonra herkes hemen Servet'e biat ediyor. Bir önceki gün herkesin gözünün önünde rezil olan Servet'e... Sonra yine aynı adam Gölge'nin peşine düşmekten vazgeçiyor. (Moruk çünkü adam dönüşüm yaşıyor. Sen de hiçbir şey anlamıyorsun ya!)

    Eğer edebi bir metin söz konusu değilse dizi ve film senaryolarında genellikle ana karakterin duygu ve düşüncelerini anlatması için yan karakterler devreye sokulur. Bu İlyada ve Odessa'dan beri kullanılır. 50 Metrekare'de daralan Servet kalkar psikoloğa gider. Psikolog bunun ilk görüşmeleri olmadığını belli eder biçimde konuşur. Servet ise sonradan bu psikolog ne iyi şeymiş. Anlattım rahatladım, der. Çünkü dizinin sonraki bölümlerde yapacağı eylemlerin olağanlığına izleyici ikna edilmeye çalışılmaktadır. Mesela Servet'e tapan ve her zaman onun yanında olan Avukat Özlem var. Neden bu iş için o kullanılmıyor? O psikolog sadece bunun için girdi diziye. Bir daha da görmedik.

    Bir de Burak Aksak'ın dizginlenemeyen arabesk fantezi dünyası var. "Ah ulan kader. Yine mi biz garipler kaybettik? Batsın bu dünya be!" Leyla ile Mecnun'da, Bana Masal Anlatma'da ve Kara Bela'da hüküm süren bu hâl burada da eski futbolcu Civan ile devam ediyor. (Abi sen öyle diyorsun ama Civan da III. Richard gibi kusura sahip. Adam gönderme yapmış. Sen ne anlarsın?) Civan'ın 17 yıllık sevgilisi onu bir başkası ile aldatıyor. Civan da futbol takımındaki eski arkadaşlarıyla gelip sevgilisinin evinin önünde tezahürat yaparak ona haddini bildiriyor. (Oh bütün acıların intikamı alındı.

    Bir de Burak Aksak'ın sürekli etrafında dönüp durduğu şeyler var. Bana Masal Anlatma'da da gözden düşmüş topal bir dolmuşçu abimiz vardı, burada da gözden düşmüş topal bir futbolcu var. Bana Masal Anlatma'da da vesikalık fotoğraf çektirme esprisi vardı, burada da var. Bana Masal Anlatma'da da Rum bir hanımefendiden saf kalpli kıza kalma mülk vardı, burada da Dilara'nın pastanesi var. (Abi yalnız Dilara senet ödüyor bunun için. Anladın mı?) Bana Masal Anlatma ve Kara Bela'da da benliği arama ve küçük mahalleden dışarı çıkma veriliyordu, bu dizide de aynı konulara yer veriliyor.

    Dizi boyunca kişilerin eylemlerinin gerekçeleri olan motivasyonları ikna edici değil.

    Netflix jönümüz Engin Öztürk'e gelecek olursak kendisinin çok kötü bir oyuncu olduğunu ve sadece "Yakışıklı oyuncu iyi oyuncudur." ilkel dönem düsturundan dolayı burada rol aldığını düşünüyorum. Behzat Ç., Hakan Muhafız ve diğer bütün yapımlarındaki rollerde aynı ses tonu, jest ve mimiklerle oynuyor. Röportajlarında dahi aynı şekilde. Role bürünmüyor. Kendini rollerine bulaştırıyor. Rollerin hepsini kendisi zannediyor. Zamanında Kıvanç Bey'e çok sallamış biri olarak onun kendini geliştirmesi ve her seferinde tamamen farklı bir kişiliğe bürünmesi karşılığında bu hezeyanı izlemek gözlerimi kanatıyor. (Hayır abi, sen adamı kıskanıyorsun. İyi olmasa neden bütün uluslararası projelerde oynasın? Allah Allah!)

    Bence dizinin en iyi oyuncusu Torbacı idi. Ben onun gerçekten torbacı olduğuna inandım. Hatta dizinin kötü adamlarının bile tahtlarını sallar. Çünkü söylemiyor, yapıyordu. Diziyi onun üzerine kursalar baştaki "yetenek timsali Netflix jönümüzü" de parlatırdı.


    

Kardeş Payı'nın ya da Leyla ile Mecnun'un herhangi bir bölümünü açın. 8 x 50 dakikalık 50 Metrekare dizisinden daha çok güleceksiniz. (Not: Dizinin sahipleri zaten bunun bir komedi dizisi olmadığını söylüyorlar. Cidden haklılar.) Daha iyi bir kurgu ve montaj mı islemek istiyorsunuz. İşler Güçler'in herhangi bir bölümünü açın izleyin. Aksiyon ve heyecan vaat eden dizinin sadece son bölümünde biraz aksiyonumsu sahneler izledik. Oysa Kardeş Payı'nda Metin ile Emrah'ın Street Fighter dövüşü bile 50 Metrekare'nin tamamına bedeldi. 

https://www.youtube.com/watch?v=9qKBnz1984w


    Peki Hocam 50 Metrekare'nin Hiç mi İyi Bir Yönü Yok?

    Dizideki cüzdanda vesikalık fotoğraf taşıma ve Mesut'un takım elbise giyme esprilerine gerçekten güldüm.

   Projeyi her ne kadar gömmüş olsam da (Engin Öztürk hariç) isimleri ekranda görmek beni mutlu etti. 

  Eğer bu yazının tamamını okuduysanız yine diziyi bir de sizin izleyip bu yorumların doğru olup olmadığını gözden geçirmenizi isterim. İzledikten sonra bu yazıya rastladıysanız da bu tespitleri yerinde bulup bulmadığınızı bana yazmanız beni çok mutlu eder.


NOT: Sistemli bir eleştiri yazısı sunamadığım için kusura bakmayın. Zihnim çok dağınıktı ve bu kadar düzenleyebildim. Yazı yüklemeyi düzenli bir hâle getirdiğimde bu sorunu da çözeceğime eminim.


    Hoşça kalın.






 

22 Ocak 2021 Cuma

SULAR ÇEKİLDİĞİNDE ARTA KALAN HAKİKAT MİDİR?

SULAR ÇEKİLDİĞİNDE ARTAKALAN HAKİKAT MİDİR? 


    Uzunca bir süre burada değildim. Bilgisayarım yoktu ve birtakım olaylar cereyan etti. Ama artık bunların bir önemi yok, yeniden birlikteyiz. Yeniden her hafta yeni bir yazı yüklenecek. -YAŞASIIIN-


    18 Ocak Pazartesi; NASA, Türkiye'nin yeraltı sularının tehlikede olduğuna dair bir twit attı. Twitin altındaki Türkiye haritasında her yer kıpkırmızıydı. Bu da 2015'te Doğa Okulu ile yaptığım Tuz Gölü gezisini getirdi aklıma.


    Öncelikle sizlere kadim bir dostumun davetiyle keşfettiğim Doğa Okulu'ndan bahsetmek istiyorum. İzmir Seferihisar'ın Orhanlı köyüne kurulmuş olan bu okulun bir müfredat dahilinde eğitim veren kolejlerle bir ilgisi yok. Burası doğaya dair ekolojik çalışmalar yürütülen sivil bir topluluk. 

    Belirli sebeplerle şehrin karmaşasından kaçmış insanların İzmir Seferihisar'daki Orhanlı köyüne yerleşilmesiyle başlıyor her şey. Her yerde olduğu gibi buranın halkı da köylerine gelen insanların niyetlerini anlamak istemiş başta. Sonraki zamanlarda gelen şehirlilerin köye yerleşmesi, toprak alıp orayı işlemesi ve oralı olmalarıyla bu gelişlerin bir heves olmadığı anlaşılmış. Köy halkı daha bir kucaklamış gelenleri. Öyle ki çeyiz sandıklarında sakladıkları o çok kıymetli yerli tohumları bile paylaşıp tohum üretme merkezlerine vermişler. 




    Okulun çevresinde çok güzel bir doğa, zeytin ağaçları ve keçiler var. Oranın havasını suyunu tadan insanların güzelliği var. (Bir de -oraya termik santral dikmek isteyen- Gargamel vardı! O kötüydü!) Gittiğiniz zaman sizi dinleyen, ateş başında hikâyeler anlatan ve yaptıkları atölyelerle (Kuş Okulu, Ağaç Okulu, Kopuz Okulu... vb.) Seferihisar Doğa Okulu var.

Gargamel: https://dogaaskina.org/zeytin-agaclari-gelecegimiz-jeotermal-istemeyiz/

Seferihisar Doğa Okulu
Seferihisar Doğa Okulu

    Okulun belirli aralıklarla iletişimde olduğu süreli yayınlar ve sanatçılar var. Okuldan yolu geçen ünlü doğa gözlemcileri ve sanatçılar var. Okul geçimini oradaki köylülerle imece usulü işleyerek var ettikleri zeytin yağları, doğal sabunlar vb. ürünlerle sağlıyor. Bunları Yavaş Dükkan üzerinden insanlarla buluşturuyorlar.

    ilk kez 2015'te bir ara tatilde gittiğim Doğa Okulu sayesinde çok iyi insanlarla tanıştım. Hâlâ ara ara onlarla haberleşiriz. Kimisi şehirden geldiği karmaşık yaşamı kimisi ise köydeki doğal yaşamını anlatır durur. Mutlaka dinleyeceğiniz bir şey vardır.

Doğa Okulu Tuz Gölü'nde (2015)

    2015'te bir bahar vakti telefonum çaldı ve arkadaşım uzun bir Türkiye turu ile doğal alanları gezerek uygulamalı bir atölye yaptıklarını söyledi. Tuz Gölü'ne gideceklerdi. Geçerken (şehirler arası kocaman bir otobüsle) beni de AŞTİ'den aldılar. Sonra yolculuğumuz başladı. O gün çok güzel fotoğraflar çektik. Her yer alabildiğince bembeyazdı. Otobüsünüzden inince bir masalın ortasında mola vermek gibiydi. 

Tehlikenin Bir Parçasıyız (2015)

    Her hikâyede olduğu gibi bizim de bir kötümüz ve felaketimiz vardı. Tuz Gölü'nün altından geçen yeraltı suları ve bu suların Konya Havzası'ndaki ismini ver(e)meyeceğim bir şirketçe nasıl da kullanıldığını anlattılar. Öğrendik ki bu böyle giderse sadece Tuz Gölü değil daha pek çok su kaynağının kaybedilebilirdi. Bu bilgi o zaman da biliniyordu, şimdi de... O zaman bir şey yapılmadı ama şimdi son dönemeçteyiz. Gerekli merciler artık bir şeyler yapmalı. Yoksa tabiat ana gerekeni yapacak ve bizim bu hikâyeden mutlu bir sonla ayrılabileceğimizi sanmıyorum.

Seferihisar Doğa Okulu İftarı

    Bir de size bahsetmek istediğim içimde kalan bir uhde var. Doğa okulu ve bulunduğu Orhanlı köyündeki halk her Ramazan ellerindeki malzemeleri birleştirip kola reklamlarındaki büyük prodüksiyonları kıskandıracak uçsuz bucaksız sofraların kurulduğu iftar yemekleri verirlerdi. O dev kazanlarda sadece insanların değil kurdun kuşun da rızkı pişerdi. Sarı ışıklarla aydınlatılmış masalarda reklam replikleri değil hakiki insanların konuşmaları duyulur, herkes neşe ve keyifle yemeklerini yerdi.

    Ben bu iftar yemeklerine hiç katılamadım. 2020 yılının Ramazan ayı pandemiye denk geldiği için o uzun iftar sofrası kurulamadı. Sabahtan başlanıp koca tencere ve kazanlarda aşlar pişirilemedi. Çocuklar yemeklerin pişirileceği odun ateşlerinin şenliğinin etrafında oyunlarını oynayamadı. O yemekler insanlara dağıtılamadı. O güzel sohbetler edilemedi. Uzmanlara göre bir 10 yıl daha da edilemeyecek.

İftar Sonrası Karagöz-Hacivat Gösterisi

      Zamanın kıymeti bilinse dahi yine de mahrumiyet ve ayrılıklar insanları hüzünlendiriyor. Daha önceki Ramazan şenliklerine katılmazdım çünkü çalışmam gereken bir işim ve yerine getirmem gereken görevlerim vardı. Yani istediğim şeyleri yaşamak için yaşamak istediğim diğer pek çok şeyi ertelemem gerekiyordu. 

   Ertelemeseydim ben de o sofrada oturup oranın insanlarıyla o heyecanı paylaşabilirdim. Ben de o köyün çocuklarıyla odun ateşinin şenliğinde oyunlar oynayabilirdim. Ben de iftar sonrası kurulan hayal perdesindeki Karagöz Hacivat gösterisini izleyebilirdim. Uzun bir günün yorgunluğuyla babaanne/anaanne menşeili kiloluk yorgan ve döşeklerde uykuya dalabilirdim. Hüzne mahal yok. Bunlar elbet yine yapılır. Hatta uzun bir aradan sonra daha bir coşkuyla bir araya gelinir. O yemekler daha bir lezzetli olur.

    Fakat sorun şu ki ertelenemeyeceğimiz daha ciddi şey var: Yeraltı sularının kuruma riski ile karşı karşıya oluşumuz. Onu da erteleyebilecek miyiz? Peki ya ölümü erteleyebilir miyiz? 

    Hakikat, sadece berrak sularla yunulunca ortaya çıkar. Yoksa sular çekildiğinde artakalan da hakikat midir? balçıktan bir gayya kuyularıyla da belli eder kendini. 


NOT: Evet, bu yazı bir Seferihisar Doğa Okulu güzellemesidir. Ve evet, bu yazı 30 saniye içinde zihninizde kendini imha edecektir.







HALA OKUMADIN MI?

BU YAZILARI KİM YAZIYOR?

24 Mart 1991’de Ankara’da dünyaya gelen Yiğit Koçyiğit, Gazi Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde edebiyat eğitimi ald...