8 Temmuz 2022 Cuma

"TABANCALI KIZ"IN BALİSTİK RAPORU

 

"TABANCALI KIZ"IN BALİSTİK RAPORU

            Hanımlar beyler, herkese merhaba. Doktorların darp edilip hatta öldürüldüğü fakat bunun için protesto haklarını kullanmak istediklerinde oluşturdukları “tehdit”in polisler tarafından anında bertaraf edildiği bir hafta yaşadık. Arife günü hutbesinde/vaazında haklı olanlara karşı kin ve öfkesini kusan din adamları da cabasıydı. Sadece doktorlar değil eczacılar, hukukçular, işçiler ve öğretmenler için de zor bir haftaydı. Ve bugün arife… Biraz olsun sakinleşmek için bir saat önce kargo ile gelen Murat Menteş’in son (çizgi) romanı Tabancalı Kız’ı okudum. İzlenimlerimi de sizlerle paylaşmak istiyorum.

            İki kişinin bir araya gelerek bir eser ortaya koyması çok zor bir iştir. Hele bir de bunlardan biri çizer diğeri de yazarsa. Bu ilişki her ne kadar zor olsa da aslında profesyonelce olan tarafların böyle projelerde sadece uzmanı oldukları işi yapmaları ve bunu yaparken kurgunun iyiliği için istişarelerde bulunmalarıdır. Öncelikle sayın Murat Menteş’i ve sayın Hakan Karataş’ı tebrik ederim.

            Tabancalı Kız pandemi patlak vermeden önce 2019’da sinema filmi olarak tasarlanmış fakat daha sonra evlere kapanılarak ortaya konmuş bir çizgi romandır. Konusu ise öncesi taa çocukluk aşkına kadar dayanan bir sevdanın 1974’te kişilerin birbirini tekrar bulmasının hikâyesidir. “Cinai Melodram” sunumunda da sezdirildiği gibi taraflar kanunun farklı yönlerine düşecek ve bir çatışma yaşayacaktır.

            Melodramlar, Fransız kökenli olduğu kadar kodları açısından da Türk kökenlidir. Uzun kış gecelerinde meddah ve diğer hikâye anlatıcılarının kahvehanelerde insanlara anlattığı halk hikâyeleriyle çokça benzerlik görülür. İyiler hep iyi ve kötüler hep kötüdür. Olmayacak tesadüflerle karşılaşılır. Kötüler mutlaka cezalandırılır, iyilerse bazen kavuşur bazense kavuşamaz. Dini bir lirizm vardır. İşlenen günahlar ve bu günahların silinemez olduğunun farkında olunmasına rağmen yine de içten içe gelen bir affedilme umudu vardır.

Bir Fotoroman Örneği
            Tabancalı Kız’da çizgi roman, melodram, fotoroman ve Türk sineması konseptleri kullanılarak ortaya bir eser konmuştur. Eser kötü olmadığı gibi beni tatmin de etmedi.

            Kullanılan üslup, çizgiler ve dil iyiydi. Yani biçim ve biçemle ilgili hiçbir sorun yoktu fakat hikâye zayıftı. Bunun melodramın yapısına aykırı olmadığını biliyorum. Çünkü melodramda anlatılan hikâyeden ziyade uyandırılan duygu evladır.

            İlişki ağları; bir mantar panoya iliştirilecek fotoğraflar, raptiyeler ve renkli iplerle çıkarılmaya çalışıldığında evlere şenlik bir manzara oluşturan kurgulardan bu kadar basit kurgulu eserlere gelmek can sıkıcı.

            Tamam. Eski fotoromanların anlatımının taklit edilmeye çalışıldığını ve bu sebeple anlatıdaki şahıs kadrosu ve olay işleniminin çeşitliliğinin resmedilen uzun bakışmalar, içinde kaybolunan kahredici anlara feda edildiğinin farkındayım. Fakat aynı ben kurgunun başında verilen flashbackler, önsemeler ve sonra hikâyeye geri dönmek gibi türün özelliklerini yıkan şahsi imzaların da farkındayım.

            Olaylar arasında neden-sonuç ilişkisi çok zayıftı. Kurgudaki kişilerin motivasyonları sevda ile cinayet, sevda ile kanun koruyuculuk, yasadışılık ve şahsi zevkler, evlat sevgisi ve kiralık adalet sağlayıcılık biçiminde tasnif edilebilir. Fakat bütün motivasyonu, arzusu ile arasındaki engeli kaldırmak olan kanunsuz bir adamın sadece bir saniyesini alacak bir iş olan o kişiyi öldürmeyi erteleyip öylece kaçması gibi anları kabullenemedim. Melodramların kendilerine ait bir gerçekçiliği vardır. Ama bu, bu determinizm açmazını açıklar cinsten değil.

            Türk sinemasındaki klasik dövüş tekniklerinin sunumu, aksiyonun içinde bir başkadının kullanımı güzeldi. Çizimlerde Türkan Şoray’ın haricinde (benim anladığım kadarıyla) Sadri Alışık, Suna Pekuysal, Michael Clarke Duncan, Verne Troyer gibi isimlerin siluetlerine yer verilmesi hoşuma giden detaylardı.

Sadri Alışık


Suna Pekuysal

Michael Clarke Duncan
Verne Troyer

            Tabancalı Kız Nasıl Olmalıydı?

            Öncelikle Yeşilçam’daki Türk filmleri hissini vermek için uğraşılan renklendirmeler ve çizimleri çok takdir ediyorum. Giysilerden mekânlara kadar çok uğraşılmış. Çizgi roman okuyan biri olarak Hakan Karataş’ın çizgisiyle ülke ve dünya çapında diğer çizerlerden ayrıldığını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.

            Fakat türün biçimi olduğu gibi kullanıp içine kendi özgün tarzlarını koyarak fark yatarmış çokça iş var. Örneğin Witcher buna harika bir örnektir. Oyun ve çizgi romanlarda bir canavar avcısının yaratıkları avladığı hikâyesini görüyoruz. İnsanlığın başlangıcından beri anlatılan av öyküsünden başka bir şey değildir bu. Fakat destanlar anlatılıp kahramanlık şarkıları söylenirken aslında o olağanüstü kahramanlığın nasıl gerçekleştiğini anlatımı harikaydı.

            Ya da Guy Ritchie’nin King Arthur’u yüzyıllardır dillerde dolaşan bir anlatının aynı form kullanılarak hikâyenin aktarımının değiştirildiğinde ortaya ne kadar şahane bir iş çıktığını gösterdi bizlere.

            Yine sayın Murat Menteş’in çok sevdiği bir yönetmen olan Quentin Tarantino’nun Western formunu kendi üslubuyla birleşerek anlattığı filmlerde olduğu gibi bize tanıdık olan formun Tabancalı Kız’da daha farklı bir biçimde işlenmesini isterdim.

            Ben de bir melodram evreninde girift ilişkilerle bezeli bir hikâyenin son dakika şaşırtmalarıyla bize sunulmasını, içinde gerçekten de yoğun aksiyonun, barut kokusunun ve yumrukların olmasını beklerdim.

            Lütfen çizgi romanla girift ilişkileri barındıran güçlü hikâyeler anlatmanın zor olduğunu söylemeyin. Eğer öyle düşünüyorsanız Sıradan Zaferler, Kaybolan O Günler ve Deadpool and Drakula çizgi romanları okumanızı öneririm.

Sıradan Zaferler

Kaybolan O Günler

Deadpool ve Drakula Çizgi Romanı
            Her şeye rağmen yeni bir Murat Menteş romanı okumak güzeldi. Lütfen kendisi bana kızmasın. Çünkü aslında Tabancalı Kız’ı yine onun yazdığı romanlarla, sevdiği yönetmenler ve filmlerle kıyaslıyorum. Beklentim yüksek olduğundan böyle olsa gerek. Yazacağı diğer romanları heyecanla bekliyor ve Tabancalı Kız’ın okurunun bol olmasını diliyorum. Düşüncelerimin dağınıklığı için kusura bakmayınız lütfen. Ne de olsa bu bir balistik raporu. Hoşça kalın.

 






28 Haziran 2022 Salı

BİZDEN SELAM OLSUN BOLU BEYİ'NE

 

BİZDEN SELAM OLSUN BOLU BEYİ’NE

            Hanımlar beyler, maalesef bugün Türk Sineması için çok önemli bir yere sahip olan Cüneyt Arkın’ı kaybettik. Kendisiyle ilgili ben de birkaç söz söylemek isterim.

08 Eylül 1937 - 28 haziran 2022

            Henüz herkesin istediği her şeyi izlediği bir dünya yokken, çocukların telekolik olduğu yıllarda ben de televizyonun karşısına geçerdim. O zamanlar televizyonda insanların hâlleri, Müge Anlıların ya da Esra Erolların televizyon programlarında sundukları fenalıklarla değil; gün içinde yayınlanan Türk filmleriyle gösterilirdi.

            Kışın hava erken kararır ve ana haber bülteninden önce mutlaka televizyonlarda bir Cüneyt Artık filmi gösterilirdi. Bu filmler gösterilirken de arkası yarın düsturu gözetilir, serinin diğer filmleri kronolojik olarak yayınlanırdı.

            Kara Muratlar, Malkoçoğulları, Köroğlular oynarken biz hava karardığı için perdeleri kapatır, ışıkları açardık. Cüneyt Arkın’ın savurduğu okla açılan ışıklar eşleştiğinde bir şimşeğin çakması, bir yıldırımın evin ortasına düşmesi gibi olurdu her şey.

Kara Murat Fatih'in Fedaisi

            Tamam tamam, bu filmlerin bir kısmı propaganda amacıyla çıkarılan çizgi romanların aslında sinemaya bir yansımasıydı. Kabul. Ama yine de çocukluğumda, Türk sinema tarihi içinde bir yere sahip olduğu için anlatılmaya değer diye düşünüyorum.

            Köroğlu Destanı’nı duydunuz mu bilmiyorum ama Köroğlu’nun kriminal, edebî ve tarihi açıdan bir önemi vardır. Şöyle ki Anadolu halkının sözlü belleğinde anlatılagelen eşkıya Köroğlu, destan kahramanı Köroğlu ve halk ozanı Köroğlu birbirine karışmıştır. Bugün bile edebiyat tarihçileri hâlâ bu karmaşanın iplerini çözmeye çalışmaktadır. 

Toplumsal bellekteki Köroğlu temsili

            Köroğlu Destanı’na gelecek olursak aslında destanın Batı ve Doğu olmak üzere iki varyantı vardır.

DOĞU VARYANTI “GOROĞLU”: Önemli bir Türk boyunun beyi, hamile eşini bırakıp erleriyle birlikte ormana avlanmaya gitmiştir. Döndüğünde eşinin öldüğü haberini alır. Yıkılır. Onu defnederler. Bu olayın üzerinde kısa bir süre geçtikten sonra bölgenin çobanı, Bey’e gelir ve koyunlarının her birinin akşam kaybolduğunu fakat sonra da geri döndüğünü söyler. Çoban, koyunları takip ettiğini ve bir karaltının önünde diz çöktüğünü sonra da karaltının ortadan kaybolduğun söyler. Onu takip etmeye korktuğundan Bey’e gelmiştir. Bey bir sonraki sefer erleriyle birlikte koyunu takip eder. Karaltı gelir. Koyun karaltıyı emzirir ve ayrılırlar. Bey karaltıya seslenir ve karaltı kaçmaya başlar. Meşalelerle takip ettiklerinde onun mezarlığa girdiğini ve Bey’in bir süre önce ölen hamile eşinin mezarının orada kaybolduğu görürler. Karaltı aslında Bey’in oğludur. Annesinin karnını yarıp kendi kendine doğmuştur. Bu sebeple onun kutlu olduğunu düşünüp ona “Goroğlu” yani mezarın oğlu (gor, mezar demektir) adını verirler. Goroğlu, beyliğinde büyüyecek ve gerek yeraltında gerekse yerüstünde geçen pek çok maceraya atılacaktır.

 

BATI VARYANTI “KÖROĞLU”: Ruşen Ali’nin babası bir at çiftliği işletmektedir. Bolu Bey’i isimli zalim yönetici Ruşen Ali’nin babası Yusuf’tan en iyi atını ister. Yusuf, Bolu beyine hastalıklı, cılız, zayıf bir at getirir. Bolu Beyi sinirlenir. Yusuf bunun altında kalmaz ve ona “Aptal. Sana ne kadar iyi bir at getirdiğimi anlayamayacak kadar körsün!” der. Bolu Beyi daha da sinirlenir ve Yusuf’un gözlerini kızgın demirle mir çektirip gönderir.

            Ruşen Ali çılgına döner. Babası Yusuf onu sakinleştirir. Gidip atı almasını ister. Ruşen Ali ile “Körün oğlu!” diye alay edip o hastalıklı atı verirler. Babası Yusuf, Ruşen Ali’den yedi kazanda yedi ot kaynatmasını, her gün atı o karışımla yıkamasını ve onu toplu iğne başı kadar dahi ışık olmayan bir yerde büyütmesini söyler.

            At büyür, serpilir ve bembeyaz koca bir aygır olur. (Bu at denizde yaşayan ve karada yaşan iki özel atın yılın belli zamanları çiftleşmesinden doğan, doğaüstü güçleri olan olağanüstü bir attır. Yedi günlük mesafeyi yedi adımda alır ve bazen yeraltına inip karanlık güçlerle savaşan binicisine yarenlik eder.)

            Sırada Ruşen Ali’nin bir harami çetesinin başına geçişi, onların reisi oluşu ve Bolu Beyi’nin kervanlarının başına bela oluşu vardır. Onları soyup yoksullara dağıtır. Bu baskınlardan birinde Ruşen Ali, Bolu Beyi’nin kız kardeşine âşık olur. Bu aşk karşılıklıdır. Fakat onu sarayda bir nedime olarak tanır.

Köroğlu sevdiği nedime kızın Bolu Beyi'nin kız kardeşi Hüsnübala Hatun olduğunu öğrenişi
            Bütün her şey gerilip Köroğlu, Bolu Beyi’nin sarayına girdiğinde gerçekleri öğrenir. Özgürlük, adalet ve sevdası uğruna savaşır. “Tüfenk icat oldu, mertlik bozuldu!” sözü de bu destandan gelmektedir.

Köroğlu filmini izlemek isteyenler için: Köroğlu Filmi

            “Ailemizin Yazarı, yukarıda anlattığın destanların Cüneyt Arkın’ın vefatı ile ne ilgisi var?” dediğinizi duyar gibiyim. Çünkü gençliğinin doruğundaki Cüneyt Arkın ile Fatma Girik 1968 yapımı Köroğlu’nun sinema filminde başrolleri oynayacak ve bize bu harika hediyeyi vereceklerdir. Filmde destanda geçen birçok detaya sadık kalınmış hatta atın karanlık ortamda saklanırkenki içeri süzülen küçük ışık huzmesine kadar her detay çalışılmış.

            Tabii maddi imkansızlıklarla bize gösterilen bozkırın ortasında at çiftliğimsi yer, kostümlerin göze batan acemilikleri de vardır. Ama bu kusurlu yapı içindeki özverili oyunculuk ve film ekibi düşünüldüğünde Köroğlu harika bir iştir.

Cüneyt Arkın ve Oğulları
            Köroğlu, Cüneyt Arkın’ın Türk aksiyon sinemasındaki filmlerinden sadece biridir. Ne yazık ki Türk aksiyon sineması da neredeyse sadece Cüneyt Arkın’dan ibarettir.

Hoşça kal Cüneyt Arkın

            İyi ki bu dünyadan bir Cüneyt Arkın geçti ve iyi ki Köroğlu gibi filmler çekildi. Kendisinin edebî ve politik yönleri de vardı. Fakat unutmamak lazım ki nerde bir zulüm varsa orada bir Köroğlu çıkar ve Bolu Beyi’yle savaşır. Köroğlu Türk toplum belleğinin kolektif bir ürünüdür ve siyasal zulme karşı tek başına değil kolektif ve örgütlü bir mücadele verilmesi gerektiğinin bir göstergesidir. Uzun lafın kısası:  

BİZDEN SELAM OLSUN BOLU BEYİ’NE!

            Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim. Hoşça kalın.

10 Haziran 2022 Cuma

ŞEHRİN EN BELÂLI YERİNDE

 

ŞEHRİN EN BELÂLI YERİNDE

“Şehrin en belâlı yerinde derde gark oluyorum. Tanımadığım yüzler ve suretler seçiyorum etrafımda. Artık hiçbir şey, bana hiçbir şey ifade etmiyor. Belki de nesnenin mekândaki hareketi olarak bilinen zamanın tesirini görüyorum üzerimde.

Geçirdiğim zor zamanlar ülkenin de zor zamanlarına denk gelince her şey içinden daha da çıkılmaz bir hâl alıyor.

Aslında size ODTÜ’de geçen hafta yapılan METUCON’dan, cosplay ve FRP’den bahsedecektim. Fakat dedim ya, zor zamanlardan geçiyorum.

Kişisel problemlerimi çözemeyeceğimi artık kabullendim. En azından yazabileceğim seviyeye gelene kadar bir süre buralarda olmayacağım. Bu birkaç gün de olabilir birkaç hafta da…

Hanımlar beyler, şimdilik hoşça kalın.”

Ailenizin Yazarı

Yiğit Koçyiğit

3 Haziran 2022 Cuma

ACAYİP ACAYİP ŞEYLER

ACAYİP ACAYİP ŞEYLER

Hanımlar beyler, herkese merhaba. Bu hafta hem Stranger Things’in yayınlanan son sezonu hakkında konuşmak hem de ülkelerin ulus kimlik inşasına değinmek istiyorum.

NOT: Diziler ve filmler üzerinden ulus kimlik inşası başka bir uzun yazı konum. Fakat burada sadece dizi üzerinden birkaç başlıkla kısaca bahsedeceğim.

Stranger Things - 2016
Stranger Things 1983 yılını anlatan, paranormal olaylardan bahseden bir dizi. Çıktığı andan itibaren jeneriğinden müziklerine, kostümlerinden anlatımına çok özel bir yere sahip oldu.

Anlatının kahramanları “geek” çocuklardı. Bilime, çizgi romanlara, filmlere, FRP’ye (rol yapma oyununa) ilgi duyan çocuklardı. Yaşadıkları kasabada gerçekleşen paranormal olaylarla yüzleşmeye karar verdiler. Çünkü arkadaşları kayıptı ve demin saydığım ilgileri nedeniyle bunlarla uğraşmak için biçilmiş kaftandılar. Bize hem güzel bir dostluk hikâyesi anlattılar hem de güzel bir macera sundular.

Eski anlatı ve hikâyelerde günümüz teknoloji araçlarını kullanmadan bir şeyler anlatmak dahi başlı başına bir zorlukken böyle bütünlüklü bir hikâye izlemek güzeldi.

Son sezonsa gerek çatışma ve aksiyon sahneleriyle gerekse bu sezon karakterleri derinleştiren geri hikâyeleriyle güzel bir sezon izledik.

Stranger Things’i benim için özel yapan şey nedir? İlgileri nedeniyle toplumdan dışlanan çocuklar ve onların büyürken verdikleri mücadele. Ben de lise sıralarındayken dinlediklerimden okuduklarıma, düşündüklerimden konuşmak istediklerime pek muhatap bulamazdım. Bu paylaşımsızlık pek çok şeyden beter. Yaşınız büyüdükçe ve iletişim araçlarıyla sizin gibi kişilere ulaştıkça aslında normal olduğunuzu, ilgilerinizi anlayan insanlar olduğunu bilmek size iyi geliyor.

Bir FRP Oyunu olarak Dungeons & Dragons
Stranger Things’teki çocuklar daha küçük yaşlarında kendileri gibilerden oluşan bir arkadaş grubuna sahipler. Dizi benim için acaba ilgilerimi paylaştığım insanlarla biz daha küçük yaşlardayken karşılaşsaydık “Acaba işler nasıl olurdu?” sorusunun simülasyonik bir yanıtı.

Amerikan televizyon tarihinin belli başlı tutmuş dizilerinde hep bağımsızlık mücadelesi veren erkek ve kadın arkadaş grubu konseptini görüyoruz. 1980’lerden bu yana zorbalığa uğrayan bu naif insanların aslında iyi insanlar olduğunu anlatan ve onları izleyen pek çok genci onlar gibi olmaya davet eden güzel yapımlar izleniyor. Ulusları bu yönde biçim almaya başladılar ve bence bir miktar başarıya da ulaştılar. (Seinfeld, Friends, How I Met Your Mother, The Big Bang Theory)

The Big Bang Theory

Ülkemizdeyse kendi çocukluğunuzu hatırlayın. Annenizin yaptığı pötibör bisküvili pasta, sarı ve siyah kolalı doğum günü kutlayan, 23 Nisanlara giden cumhuriyet çocuklarından nasıl oldu da; tuğra dövmeli, nargile kafelerde ahkam kesip “ağır abicilik” oynayan ve çevresindeki herkesle pragmatik ilişkiler ağı içinde olan insanlara dönüştü?

23 Nisan'da ağırlanan yabancı misafirler

Televizyon sektörünün ulus kimlik inşasıyla tabii ki de. İkinci Bahar, Yedi Numara, Ruhsar, Ayrılsak da Beraberizler’den Kurtlar Vadisi’ne, Kolpaçino’ya ve Çakallarla Dans’a evrildik.

Bir dönem Avrupa toplumu kendini roman teknolojisi ile yeniden inşa etti. Amerikalılar televizyonla… Şimdi ise sıra bizde: İnternet tabanlı uygulamalar ve platformlarla görmek istediğimiz ulus profilini inşa etmeliyiz. Böyle olursa her şeyin yoluna gireceğine, yeniden o 23 Nisanlarda yurtdışından gelen misafirlerini karşılayıp evinde ağırlayan çocuklara döneceğimize garanti veriyorum.

Son olarak çevrenizde farklı ilgileri olan insanları çevrenizde tutun ve onları anlamaya çalışın. Eğer etrafınızda bütün ilgilerinizden konuşabildiğiniz insanlar varsa onları ne olursa olsun hep yanınızda tutun. Zira insanın en yakın arkadaşını kaybetmesi çok b.tan ve acı verici bir şey sayın okur.

.

Yazımı sonuna kadar okuduğunuz için teşekkür ederim. Hoşça kalın.

27 Mayıs 2022 Cuma

“GERİ GİDEN SAAT” BİLE LOVE, DEATH & ROBOTS’TAN DAHA İYİDİR!

 

“GERİ GİDEN SAAT” BİLE LOVE, DEATH & ROBOTS’TAN DAHA İYİDİR!

Hanımlar beyler, herkese merhaba. Sanırım yeni bir kötü alışkanlık ediniyorum: Her hafta izlediğim ve okuduğum şeyleri birbirine yakıştırıp anlatma. “Eee, ne var bunda Ailemizin Yazarı?” demeyin. Bu mevcut malzememin tükenmesi demek de ondan. Her neyse.

3. sezon, 1. bölüm Üç Robot
Bu hafta Love, Death & Robots’ın 3. sezonu Netflix’te gösterime girdi. Bu yıl zaten Black Mirror’ın yeni bölümleri de gelmedi. “Belki bununla teselli buluruz.” dedik ama olmadı. David Fincher ve şürekası bizi üzdü.

Love, Death & Robots'ın 3. sezonundan bazı kareler

Eğlence sektöründen bir arkadaşım animasyonun önünün çok açık olduğunu, aslında yapımcıların buraya yönelmeleri gerektiğini çünkü o kadar oyuncunun, çekim ekibinin organize hâlde idaresinin çok zor olduğunu söylüyor. Düşününce hak verdim. Tamam, iyi bir animasyonun da bundan aşağı kalır yanı yok. Stüdyosu, ses kayıtları, bütçesiydi derken bir farkı yok. Fakat sinema filmlerini izlerken bize bazen uyumsuz ya da yetersiz gelen  görsel efektler animasyonun içinde gözümüze batmıyor. 

1994'te vefat eden Peter Cushing 2016'da çekilen Star Wars: Rouge One'da SCI ile yeniden canlandırıldı

Artık hayatta olmayan bir oyuncu, bilgisayar teknolojisi ile canlandırılıp sinema filmlerinde boy gösterebiliyor. Animasyonlarda mekân ya da kurgu sıkıntısı olmadan her şeye müdahale edilebilir. Animasyon iyidir. Animasyon candır. (Yıllarca animasyonu artık nasıl yerden yere vurmuşlarsa onu övmelere doyamıyorum.)

Geçen hafta Edward Page Mitchell’ın 1870’ten sonra The Sun’da yazdığı bilim kurgu öykülerinin derlemesi olan Geri Giden Saat’i okudum. Bilim kurguyu her zaman çok sevmişimdir. Klasik olarak geçebilecek bilim kurgu öykülere şans tanınması gerektiğini düşünürüm. Okuyanlar, türünün ilk örneği olan bilim kurgu öykülerini zayıf bulabilir fakat öyküler yazıldığı dönemin şartları içinde de değerlendirildiğinde her zaman çok iyi bulunur.

Geriye Giden Saat - Edward Page Mitchell (2021)
Geri Giden Saat’e de aynı temkinle yaklaştım. Sonuç: MÜKEMMEL! Öykülerin her biri harikaydı. Bazıları birbirinin devamı niteliğindeydi. (Buna nehir öykü diyebilir miyiz acaba?) Makinelerin insan hayatına girişi, organik doku ve makinelerin bir araya gelmesi, -editörün düştüğü nota göre literatürde geçen ilk- zamanda yolculuk ve paradoks öyküsü/kurgusu, matematikle aşk ve daha niceleri vardı.

Dünyanın En Kudretli Adamı (1879) - The Sun
Yazıldığı dönem genellikle isimsiz yayımlanan bu öyküleri günümüzde bir dergi de yayımlansa kimsenin bu öykülerin eski ve kusurlu öyküler olacağını düşünmüyorum. Edward Page Mitchell zamanın çok ötesinde bir yazarmış. Kağıt üstünde duran alelade hatta sıkıcı unsurları bile bir şekilde bir araya getirip sıra dışı öyküler yazmayı başarmış. Merak unsuru çok başarılı bir biçimde kullanılmış. Bir çok yerde acaba şimdi ne olacak diye bekliyorsunuz.

Edward Page Mitchell (1852-1927)
Büyük bir heyecanla beklediğim Love, Death & Robots’a dönecek olursak Edward Page Mitchell’ın yazdığı Geri Giden Saat çok daha iyiydi. Mitchell’ın döneminin kısıtlılığına rağmen yarattığı harikalarla günümüz teknolojisi ve kurgu literatürüne sahip olan Love, Death & Robots kıyaslandığında ben Geri Giden Saat’le daha kaliteli zaman geçirdim.

Size de her ikisini inceleyip karar vermenizi öneririm

Yazımı sonuna kadar okuduğunuz için teşekkür ederim. Hoşça kalın.

 

 

 

 

20 Mayıs 2022 Cuma

HER YER, HER YERDE

 HER YER, HER YERDE

Hanımlar beyler, herkese merhaba. Siz de ebeveynleriniz tarafından dağınıklıkla ya da sorumsuzlukla itham edildiniz mi? Bir kez olsun anneniz odanıza gelip "Şu hâle bak, her yer her yerde!" dediyse bugünkü konumuz tam da size göre. Bu bir aile hikâyesi, sizin ailenizin hikâyesi...

Doğduğumuz andan itibaren dünyayı hikâyeler aracılığı ile öğrenir, anlarız. Kendimizi başka hikâyelerle anlatırız. Hikâyelerimizi sevdiğimiz insanların hikâyeleriyle birleştirip sevdiğimiz dizilerin ortak bölümleri gibi birlikte yürütürüz. Bize zarar veren insanları hikâye çemberimizden uzaklaştırırız. Bu dünyadan ayrıldığımızda bile iyi bir hikâyemiz varsa başka insanlar tarafından anlatılmaya devam ederiz. Demet’te de dedikleri gibi yani “Şanımız yürür.”.

Everything Everywhere All at Once - 2022
Bu hafta hikâye anlatıcılığına güzel bir örnek olan 2022 yapımı “Everything Everywhere All at Once” filmi üzerine konuşacağız.

Filmi çok beğendim. Bu yazının sıradan bir güzelleme yazası olmaması için filmi neden beğendiğimi ölçütleriyle anlatmak istiyorum.

Öncelikle bu film bir “paralel evren” hikâyesi. Eğer ilginizi çekmiyorsa lütfen yazıyı bırakın ve başka bir yazıma geçin. Eğer paralel evren hikâyelerini seviyorsanız bu filmden çok keyif alacaksınız.

Wang Ailesi
Aslında filmin bütün hikâyesi ve dinamikleri bir aile hikâyesine dayanıyor. Çinli bir ailede doğan ve eşiyle birlikte Amerika’ya göçüp orada bir çamaşırcı işleten Bayan Evelyn’in, babası ve kızı arasında denge kurmaya çalışırken bir yandan da eşi Bay Waymond’la işlerini büyütmek için bankadan kredi almaya çalışmalarının hikâyelerini izliyoruz.

Dark Bagel
Bütün dramatik yapılarda olduğu gibi hayatın akışın bozan şey ortaya çıkıyor. Paralel evrenle bir bağlantı. Ve işler çığırından çıkmaya başlıyor. Başka evrenlerdeki kendileriyle bağlantı kuran kişiler, onların o evrendeki yeteneklerini kullanabiliyor. Bir de bu çoklu evrenlerin sonunu getirmek isteyen bir güç var tabii. Filmin başkarakteri olan Bayan Evelyn’in filmin seçilmiş kişisi olarak bu yetenek aktarımını bir an evvel öğrenmesi gerekiyor. Ha bir de bütün harika aksiyon filmlerinde olduğu gibi bol bol Kunf Fu var tabii.

Filmde tasarlanmış evren ve kurallar iyi bir biçimde belirlenmiş. Kendi içinde tutarlı. Bayan Evelyn, henüz bu evrende yeni olduğu için biz de her şeyi onunla birlikte öğreniyoruz. Bu da paralel evrenler ve özellik alımının açıklanması açısından iyi bir anlatım biçimi. Ve başka bir evren anlatılırken uzun uzun sıkıcı anlatımlara girilmemiş. Şeyhim Guy Ritchie'nin filmlerinde kullandığı hızlı fragman tekniğiyle neyin ne olduğu da doğrudan verilmiş.

Hayatı ve hikâyeleri simgeleyen fırçayla çizilmiş kusursuz bir çember

Bütün yazarlık kitaplarında anlatı çemberinden (kurgu halkasından) bahsedilir. Filmin ilk karesinden son karesine kadar bu çemberi; hem aynada, faturalarda, çamaşır makinelerinde, kötü savaşçılarda, çörekte hem de soyut bir olgu olan hikâye çemberlerinde görüyoruz.

Eğer iyi bir hikâyeniz varsa hikâyeyi neyle anlattığınızın bir önemi yoktur. Everything Everywhere All at Once bunun çok güzel bir örneği. İzlediğimiz şey aslında aile bireylerinin birbiriyle olan ilişkisi. Ve bu hikâye bazen birbirini kadim kung fu hareketleriyle pataklayan insanlarla bazen de yan yana duran iki kaya ile gösteriliyor. Açıkçası hikâye anlatıcılığının bu kadar iyi, öz ve temelden alındığı bir film izlemek bana çok iyi geldi.

Hikâye anlatımının özle alakalı olduğunun minimal göstergesi olan kaya sahnesi

Everything Everywhere All at Once’de verilen hiçbir kişi ve gösterilen hiçbir nesne gereksiz değildi. Her şey mutlaka bir yere bağlanıyordu ve filmde minik ya da büyük bir biçimde gösterilen bütün hikâye halkaları bir yere bağlanıyordu. Bu çok iyi bir yazarlık başarısı.

Filmdeki dövüş sahneleri, bana Jackie Chan’i andırdı. Çocukluğuma döndüm. Bütün dövüş sahnelerinde sıradan nesnelerin alınıp silaha dönüştürülmesi ve kung fu darbelerinin savuşturulması çok estetikti. Özellikle bel çantasının aktüel kamera ile kullanımı gibi sahneler harikaydı

Jackie Chan

Filmin mizah dozu da yerindeydi. Önemli bir sahneden önce seyircinin gerginliğini alacak biçimde kullanılmıştı. Ciddi sahneler ve komik sahneler birbirinin alanına müdahale etmeden kararında kullanılmıştı.

Oyuncuların her birinin performansı ayrı ayrı hayranlık bırakacak düzeydeydi. Kişilerin paralel evrenlerdeki alternatif benliklerine geçişleri sadece kostüm ve makyaja yaslanmamış. Oyuncular vücutlarının duruşuyla, jest ve mimikleriyle değişimlerini gösterdiler bize. Bu minimal, çok zor ve bir o kadar da estetik bir yöntemdi.

Doctor Strange 2 Multiverse of Madness - 2022
Geçtiğimiz hafta Doctor Strange 2 Paralel Evren Çılgınlığı'nı da izledim. Orada da bize bir paralel evren vaat ediliyordu ama sadece birkaç evren gösterilip "çılgınlığı" bize yaşatmışlardı! Everything Everywhere All at Once sayesinde gerçek anlamda paralel evrene doyduk.

"Peki, Ailemizin Yazarı. Filmin eksik veya zayıf bir yönü yok muydu?" dediğinizi duyar gibiyim sayın okur. Filmde güvenlik maksatlı olduğu söylenen asansörde şemsiye sahnesi ve nasıl onarılacağı öğrenilmesi gereken çatlaklar gibi unsurlar filmin içinde geçiyor ama bir yere bağlanmıyor. Yine filmin bütünlüklü ve harika yapısı içinde bu birkaç nüans görmezden gelinebilir.

Sahte Bellek - Blake Crouck

BONUS: Eğer Everything Everywhere All at Once’u sevdiyseniz size bir de hem bir paralel evren hem de bir zamanda yolculuk hikâyesi anlatan Sahte Bellek isimli kitabı okumanızı öneririm.

Yazımı sonuna dek okuduğunuz için teşekkür ederim. Bir sonraki yazıma dek hoşça kalın.


 

16 Mayıs 2022 Pazartesi

İKİ FİLM BİR ARADA VE ERŞAN KUNERİ

İki Film Bir Arada ve Erşan Kuneri

Herkese merhaba. Geçtiğimiz hafta sonu yaşadığım seyahat hâli ve internet kesikliği gibi teknik sebepler nedeniyle geçen cuma yayımlamam gereken yazımı bugün paylaşıyorum.

13 Mayıs Cuma günü Cem Yılmaz’ın son işi olan Erşan Kuneri, Netflix’te yayılandı. Projeden haberi olmayanlar için Erşan Kuneri, ilk önce GORA’da sonra Arif ve 216’da boy gösteren bir kurgu kişisiydi.

Dizi de Cem Yılmaz’ın sinema evreninde kaldığı yerden devam ederek başlıyor. Erşan Kuneri, bir erotik film oyuncusu ve yapımcısıdır. 1980 darbesi esnasında yabancı sigara bulundurmaktan cezaevine girmiştir.

Erşan Kuneri'nin diğer yapımlardan görüntüleri
Cezaevinden çıkan Erşan Kuneri artık erotik filmler yerine “bir senaryosu olan” gerçek sinema filmleri çekmek istemektedir. Sinema sektöründen tanıdığı arkadaşlarını da bu macerasına ortak eder ve bize çift yönlü bir hikâye sunar.

Biçim ve içeriği başarılı bir biçimde harmanlamayı bilen Cem Yılmaz daha buradan bile bize bazı oyunlar yapmaya başlamış: İki Film Bir Arada

Liseye yeni başladığımda hayatıma sinema girmişti. Fakat sinemada film izlemek pahalıydı ve bu kıymetli bir işti. Film kiralamak, DVD ya da düşük hızlı internetle film indirmekse çok yük bir işti. İşte tam da böyle bir vakitte “İki Film Bir Arada” ibaresini gördüğümde bunun hesaplı bir biçimde film izleme sistemi olduğunu düşünmüştüm. Fakat öyle değilmiş. Erotik ya da porno film gösteren sinemalarmış. (İyi ki o zaman bunu kimseyle paylamamışım. Kim bilir ne alay ederlerdi.)

Cem Yılmaz da bu “iki film bir arada” formatını dizisine uygulamış. Genellikle bölümlerin ilk yarısında istediği filmleri çekmek ve kendini gerçekleştirmek isteyen Erşan Kuneri ile dostlarını görürken diğer ikinci yarıda da bu ekibin çektiği filmleri izliyoruz.

“Kurgu içinde kurgu” ya da “anlatı halkası içine başka bir anlatı halkası” tekniğiyle bir şeyler yazmak yeterince zorken bir de bunu senaryo olarak yazıp uygulamaya geçirmek çok daha zor bir iştir. Her bölümde farklı bir film tarzının ele alındığını düşünecek olursak prodüksiyon ve uygulama açısından başarılı bir iş olmuş.

Erşan Kuneri 7. Bölüm Erman
Bölümlerin ikinci yarısında izlediğimiz filmler, o dönem boy gösteren moda filmlerin tarzlarında olmuş. Dönemin sinemasında seyirciler tarafından tutulan konularda filmler yapılmaya gayret edilmiş. Bunlar: Cüneyt Arkın’ın oynadığı tarihi kahramanlık filmleri ve polisiye filmleri, Tarık Akanların oynadığı işçi filmleri, Orhan Gencebayların oynadığı arabesk filmleri, Doğu’da çok tutulan yabancı filmlerin taklitleri, Batı’daki korku filmlerinin uyarlamalarına değinilmiş.

Akıncı Türk Beyi Kara  Murat

Ne kurşun yerse yesin yıkılmayan adam

Bütün bu çıkarımları yapmamızı sağlayan harika detaylar serpiştirilmiş. Cazibesiyle bütün kadınları kendine hayran bırakan akıncı Türk beyi, defalarca vurulmasına rağmen bir türlü yıkılmayıp ayakta ölen adam, sadece sesiyle değil aynı zamanda fiziğiyle de gündeme gelen bol kol kaslı bağlama virtüözü arabesk şarkıcısı, köyün delisiyle ahbap olan kalkınmacı toplumcu öğretmen ve daha niceleri...

Orhan Gencebay ve fiziği

Telekolik olan ya da her akşam ana haber bülteni öncesinde yayınlanan birbirinin benzeri Türk filmlerine maruz kalan herkesin bildiği ve izlerken aklından geçen eleştirileri; Cem Yılmaz, bize ait kodlarla ve kendi mizah diliyle yeniden işlemiş.

Filmler çekilirken afişlerde dahi dönemin benzer filmlerinin afişlerine sadık kalınarak yapılması ayrıca takdirimi kazandı.

İnternette bazı izleyiciler bu içeriklerin çalıntı olduğunu söylemiş. Bunun çok sığ bir bakış açısı olduğunu düşünüyorum. Zaten “sanat” dediğimiz şey de “bu dünyada olanın sanatçının süzgecinden geçip yeniden yansıtılması” değil midir?

Erşan Kuneri ve klitoris biçimli logosu
Bir de içinde küfür ve bel altı espri olduğu için rahatsız olduğunu söyleyenler var. Porno/erotik film sektöründe çalışmış birinin çok üst düzey bir dille konuşması beklenemez. Tabii ki böyle bir anlatımının olması normal. Dilin tedirgin etmesinin sebebinin dizinin çekim biçiminden kaynaklandığı kanaatindeyim.

Film sıcak ve canlı renklerle çekilmiş. Arif ve 216 da bu üslupla çekilmişti. Filmi izlerken güvenli bir ortamda olduğunuzu ve sizin ya da film kişilerinin başına asla bir şey gelmeyeceğini düşünüyorsunuz. Zaten kimsenin de başına bir şey gelmiyordu. Fakat Erşan Kuneri’de kullanılan alt dil, erotik gerilim ve şiddet izleyiciyi tedirgin etmiş olabilir. (Kaldı ki bahsedilen unsurlar bir Tarantino filmi gibi de değildi.)

Dizinin dramatik yapısı ve gelişimi başarılıydı. Dizidekilerin tamamı dönüşüm geçirdi. Bu da sık görülen bir şey değildir.

“Peki, Ailemizin Yazarı. Erşan Kuneri’nin hiç mi kötü bir yanı yok?”

“Var tabii sayın okur.”

2. Bölümdeki çekiç-orak gölgeleri
Dizinin her bölümünün iki kısımdan oluşması, ilk kısmın iyi olması ikinci kısmın da iyi olması beklentisine sokuyor insanı. İkinci bölümde ekibin kendi içlerinden birine korku gecesi düzenlemeleri bana daha komik gelirken ekibin çektiği korku filmi o kadar da güldürmedi beni.

Ya da Kooperatif Kemal’in öncesinde verilen solcu tavırları, çay simit ve komprador esprileri bana daha komik gelirken ikinci yarıda gösterilen Kooperatif Kemal’in hikâyesi beni o kadar da güldürmedi. (Bunlar benim şahsi gözlemlerim. Çevremde bir sürü kişi tam aksine Kooperatif Kemal’in öyküsüne daha çok gülmüş.)

80'ler film afişlerine benzetme

Erşan Kuneri uzun zamandır beklediğim bir projeydi. Büyük bir beklentiyle izlediğim için bazı yerler bana çok soluk geldi. Ama bölümlerin arasına serpiştirilen ve çok az kişinin anlayabileceği espriler çok hoşum gitti.

Biz zamanlar televizyonlarda emekli SAT komandosu Namık Ekin çıkardı. Rekor denemeleri ya da bilirkişiliği ile gündeme gelirdi. İkinci bölümde geçmesi ummadığım bir anda yüzümü güldürdü. Ya da çekiç orak gölgeleri… 4. bölümde patlatılan arabanın oyuncak araba olması ve onun çekilmesi gibi detaylar gönlümü kazandı. Fakat seyircinin bir kısmı komedi izlerken bir de esprilerdeki referanslara kafa patlatmak istemediğini söylüyor. Bense bu referans yağmurundan memnundum.

Günahıyla sevabıyla Erşan Kuneri iyi bir işti. Devamını ve başka projeleri de bekliyoruz.

https://www.youtube.com/watch?v=YdW6n8Leznc

NOT: Oyuncuların hepsinin oyunculuğunu çok beğendim. En çok da Özkan Uğur'un tıpkı GORA'da bestelediği "Olduramadım" isimli şarkısı gibi eğlenceli bir şarkı olan "Bir Bakman Lazım"ı bestelemesi beni çok mutlu etti. Siz bu yazıyı okurken ben onu dinliyor olacağım.

https://open.spotify.com/track/0J17noaTBUlFVCMvzMZCUF?si=0ce15b183db84336

Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim. Hoşça kalın.


HALA OKUMADIN MI?

BU YAZILARI KİM YAZIYOR?

24 Mart 1991’de Ankara’da dünyaya gelen Yiğit Koçyiğit, Gazi Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde edebiyat eğitimi ald...